900 Yıl Önce Yazılan Mantıku’t-Tayr

12.05.2015
A+
A-

Dokuz yüzyıl önce yazılan Mantıku’t-Tayr, klasik eserler arasındaki yerini koruyor. Bununla da kalmıyor tiyatro oyunu olarak karşımızda “vücut buluyor”.

Tasavvuf edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan, 12. yüzyılın ünlü İranlı şairi Feridüddin Attar’ın eseri Mantıku’t Tayr (Kuş Dili) eserinden oyunlaştırılan “Kuşlar Meclisi” oyununu duyururken kitabından da söz etmek istedik.

Bu kitap, gökyüzünde başlayan öyle bir yolculuk anlatıyor ki biz yeryüzü krallığının varisleri bu yolculuğu hiç unutmadık. Efsane oldu bu yolculuk, okundu ve düşündürdü. Sîmurg efsanesinden bahsediyorum. Hani şu, günün birinde dünyanın bütün kuşlarının bir araya gelip padişahları Sîmurg’u bulmak için çıktıkları, yolu yol olmayan yolculuğun anlatıldığı efsane.

Feridü’d-dîn Attâr’ın, Mantıku’t-Tayr adlı kitabında anlattığı Sîmurg’a yolculuk, neden bu kadar vazgeçilmez oldu peki?

Kuşlarla simgelenen bu yolculuğun sonu insana çıkıyordu da ondan. Bütün badireleri atlatıp, kendini bulmaya çalışan insana. Mevzu hem basit hem derindi. Attâr mesnevi tarzındaki ve 4724 beyitten oluşan bu kitabında asıl olarak tasavvufun Vahdet-i Vücud anlayışının altını çiziyordu. Ama bunu kullandığı alegorik dil ve kurduğu bütünlüklü hikâye sayesinde oldukça anlaşılır anlatıyordu.

Tasavvufun girift meselelerini masallar ve hikâyelerle süslüyordu. Mantıku’t-Tayr‘da kuşlar hakikat yolunun yolcuları, Sîmurg ise Tanrı’nın simgesidir. Zahmetli bir yolculuğun sonunda Sîmurg’a varan kuşlar, aslında Sîmurg’un kendilerinden başkası olmadığını görürler. Vahdet-i Vücud’a, varlık birliğine ulaşırlar. “Hakk’ın halkın bütünü olduğunu” idrak ederler.

Mazeretler ve bahaneler

Bir gün dünyadaki tüm kuşlar bir araya gelir. Bülbül, papağan, tavus, keklik, ala üveyik, baykuş, hüdhüd ve diğerleri… Padişahsız hiçbir ülke olmadığını düşünen kuşlar kendi padişahlarını bulma yoluna baş koyarlar.

Hüdhüd söze başlar “Şüphesiz bizim de bir padişahımız var; Kaf Dağı denilen dağın arkasında. Onun adı Sîmurg’dur; kuşların padişahı. O bize yakındır, biz ise ona o kadar uzak ki!” Bu mutlak padişahtan bahseder Hüdhüd diğer kuşlara. “Şüphesiz akıl da, can da şaşırıp kalmış; onun sıfatları karşısında iki kamaşmış göz kesilmiştir.”

Kuşların hepsi Hüdhüd’den padişahın yüceliğini dinler ve kendilerinden geçerler. Hüdhüd’ün kılavuzluğunda kuşlar yola çıkmaya niyetlenir “(…) ancak yol çok uzun, menzil de epey uzaktı. Herkes ona gitmekten çekiniyordu. Gerçi hepsi yolculuğu bilirdi, ancak her biri bir başka özür beyan etti.”

Kuşlar, Sîmurg’un cemalini görmek istemelerine rağmen başka başka mazeretler söyleyerek yola çıkmak istemez. Kuşların söyledikleri mazeretler, göstermektedir ki onların amaçları dünyevidir. Bülbülün tek derdi güldür. “Gül şimdi gönül çeken bir dilber gibi açılıp herkesin içinden benim yüzüme bakıp güzel güzel gülerse. Yine o gül, perdenin altından çıkıp yüzüme karşı gülümserse. Nasıl olur da bülbül bir gececik bile olsa böyle al dudaklı güzelin aşkından vazgeçebilir?”

Papağan’ın mazereti ab-ı hayat, tavusunki cennettir. Kazın mazereti ise sudur. “Dünyada susuz duramam ben. Çünkü benim azığım da varlığım da sudandır. (…) Ben karada nasıl muradıma ererim?” Keklik mücevher, ala üveyik deniz sevdasından vazgeçip yola düşmek istemez. Hüma kuşu gurur ve kibrinden sıyrılamaz.

“(…) diğer bütün kuşlar da, hakikatten habersiz mazeretler ileri sürdüler. Her biri cehaletten bir başka özür beyan etti, hakikatten uzak, sudan bahaneler söyledi…” Ancak kılavuz Hüdhüd kuşlara düşündürücü yanıtlar vererek onları yolculuğa ikna eder. Attâr, Hüdhüd’ün kuşları ikna etme bölümlerini çeşitli hikâyeler ve masallar ile anlatır.

Aşılması gereken yedi vadi

Menzil gece gibi uzun ve karadır. Hüdhüd önderliğinde yolculuğa başlayan kuşlar “yolun dehşet ve korkusundan kanatları kana bulanmış bir halde âh etmeye başladı. Yolu görüyorlardı, ancak sonu yoktu. Derdi görüyorlardı, fakat derman ortada değildi.” Yolda kuşlar hastalanmaya ve bitkin düşmeye başlar. Ancak Sîmurg’a ulaşmak için aşılması gereken yedi vadi vardır.

Birinci vadi, “Talep Vadisi”dir. Bu vadide mal ve mülkten arınmak gereklidir. İstek önemlidir. “Gece gündüz arayıp da onu bulamıyorsan, bu onun kayıp olmasından değil, senin isteğinin eksikliğindendir.”

‘Talep Vadisi’nden sonra,’Aşk Vadisi’ gelir. Bu vadiye gelen ateşe bulanır. Ateş kesilmeyen kişi, mutluluğa ereyemeyecektir.

‘Aşk Vadisi’ni aşan ise ‘Marifet Vadisi’ne varır. Bu vadide can yolcusu farklıdır, ten yolcusu farklıdır. Marifet deriyi değil içindeki sırrı görmektedir.

Dördüncü vadi ‘İstiğna Vadisi’nde (İstiğna: gönül tokluğu) ne bir dava ne de mânâ vardır.

Beşinci vadi ‘Tevhid Vadisi’dir. “Bu vadiye yönelenler, eşitlik iddiasında bulunurlar. Sayılar az da olsa çok da olsa, hepsinin bu yolda ‘birlik’te birleştiğini görürsün. Her şey birin bir kere daha tekrarından ibarettir.

Altıncı vadi ‘Hayret Vadisi’dir. “Bu vadiye giren yolcunun vücudundaki her kıldan, kılıç değmeden kendiliğinden kan akmaya başlar, ‘Eyvah!’ yazar durmadan. Bu yolcu, donuk bir ateştir, ya da bu dertle yanıp tutuşan bir buzdur. Hayrete düşmüş yolcu bu makama varınca şaşkınlığa düşer, yolunu yitirir. Tevhid’in canına nakşettiği her şeyi kaybeder, hatta o kayboluşunu da yitirir.” Buraya gelen, sarhoş mu yoksa ayık mı; fâni mi yoksa bâki mi olduğunu bilmez. Âşıktır ama kime âşık olduğunu da bilmemektedir.

Geçilmesi gereken son vadi ise ‘Fakr ve Fenâ Vadisi’dir (Yokluk Vadisi). “Bu vadi, unutulmuşluk, dilsizlik, sağırlık ve kendinden geçmişliğin ta kendisidir. Burada, yüz binlerce sonsuz gölgenin bir güneş yüzünden kaybolduğunu görürsün. (…) Bu yokluktan çıkan kimse ârif olur, ona birçok sır verilir.”

Kuşlar tüm bu yedi vadinin bulunduğu zorlu hakikat yolunun sonuna gelip menzile ulaştıklarında toplam otuz kuş kalmışlardır. Zira yolda yem isteği ile başka yollara gidenler, denizlerde boğulanlar, güneşte kavrulanlar, ağır hastalıkların pençesine düşenler olur. Kuşlara Sîmurg tarafından yollanan bir not verilir. Bu kâğıtta yolculuk boyunca neler yaptıkları, başlarına gelenler bir bir yazılmıştır. Kuşlar hayrete düşmüştür ki tam bu sırada Sîmurg tecelli eder. “O otuz kuş bakınca gördüler ki, bu otuz kuş o Sîmurg’tu. Hayretten hepsinin başı döndü, şaşırıp kaldılar. Ne olduklarını bir türlü anlayamadılar. Kendilerini Sîmurg olarak gördüler, Sîmurg da zaten sî murg (otuz kuş) demekti. Sîmurg’a baktıklarında, orada kendilerini gördüler. Kendilerine bakınca da, onlar Sîmurg’u gördüler. (…) Bu oydu, o da bu. Bunu iki âlemde de kimse ne duymuş, ne de işitmişti. Hepsi hayret denizine daldılar, tefekkürsüz tefekkürde kaldılar. ” Bütün bu olanlardan sonra Sîmurg konuşur ve şunları söyler: “Siz buraya otuz kuş olarak geldiniz, bu aynada da otuz gördünüz. Eğer kırk, yahut elli kuş gelseydiniz, üzerinizden varlık perdesi kaldırıldığında o kadar görürdünüz. Ne kadar gelmişseniz, kendinizi görür, kendinizi seyredersiniz. ”
Otuz kuş, Sîmurg’un kendileri olduğunu anlayınca ortada ne yolcu, ne yol, ne de kılavuz kalır. Hepsi “bir” olmuştur…

Fars dilinden bir usta ve bir klasik

1120 yılında Nişabur’da İbrahim’in oğlu Muhammed olarak doğan çocuk, sonraları Feridü’d-dîn Attâr adıyla tanınır. Gençliğinde doktorluk-eczacılık yaptığı için Attâr olarak anılır. Fars dilinin önemli şairlerinden biri olan Feridü’d-dîn Attâr’ın hayatı hakkında çok fazla bilgi maalesef bulunmuyor. Mevlânâ’nın Attâr’dan feyz aldığı hayatına dair anlatılanlar arasında. Attâr, küçük bir çocukken babasıyla birlikte evine misafir olan Mevlânâ’nın yeteneğini keşfeder ve gelecekte onun yapacaklarını Mevlânâ’nın babasına müjdeler.

O gece Attâr’ın Mevlânâ’ya bir kitabını verdiği söylenir. Kimilerine göre bu kitap Esrârnâme, kimilerine göreyse Mantıku’t-Tayr‘dır. Mevlânâ’nın “Attâr, aşkın yedi şehrini gezdi de/ Biz, ancak bir sokağının dönemecindeyiz” dediği Fars dilinin büyük şairi, Moğollar tarafından şehit edilir.

Attâr’ın en önemli kitaplarından biri olan ve Osmanlılar tarafından da ilgi gören Mantıku’t-Tayr, 13. yüzyıl sonlarında Gülşehri tarafından çevrilir. Aradan yedi yüzyıl geçip 20. yüzyıla gelindiğinde Attâr’a ve Mantıku’t-Tayr’a olan ilgi devam eder. Kitap, 1944 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in vesile olmasıyla Abdülbâki Gölpınarlı tarafından Türkçeye kazandırılır. Mantıku’t-Tayr, Kuş Dili, Kuşlar Meclisi olarak da bilinmektedir.

Yavuz Rençberler
Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.