Festival sıcağında Burning izlemek

Jale Şen
Bir yanda beyaz perde öbür yanda siyah ekran. Gelsin filmler, gitsin diziler. Onun için hayat kameranın önünde yaşanır. Hayatın sahnesi kameranın önünde kurulur. O yaşananları da keyfince yazar, eleştirir, beğenir, beğenmez… İletişim: jaleshen@gmail.com

25. Uluslararası Adana Film Festivali, ulusal ve uluslararası film gösterimleri ile tam bir şölen havasında.

 

Dün itibarıyla festival filmleri arasında salondan salona koşturmaya başladık tabii. Ulusal filmler kategorisinde yarışacak olan filmleri özellikle izlemeye gayret göstersem de uluslararası seçkiyi de kaçırmak istemiyorum. Bu sebeple de zaten dün Aydede ve Babamın Kemikleri filmlerinin yanına Güney Kore Sineması’ndan Burning filmini de ekledim.

Festivalden Notlar

Burning’i özellikle izlemek istedim çünkü Burning sevdiğim yazarlardan olan Haruki Murakami’nin Burn Burning  adlı kısa öyküsünden uyarlama bir film ve hem de Güney Kore Sineması sevdiğim bir sinema. Ve Burning beni pişman etmedi. Kitap uyarlaması filmler genelde sıkıntılıdır ya, kitabı öncesinde okuduysan ‘keşke sadece kitapta kalsaymış her şey’ deme olasılığın yüksektir. Ben zaten kısa öyküsünü okumadığım bir film izlemiştim karşımda bu baştan film için bir artıydı hem de söylenmek istenen şey alttan alta yavaş yavaş verilmişti, bu şekliyle de Burning’i beğenmiştim artık. Ama öyle çok vuran, ah evet ya dedirten bir film de olmadı Burning benim için.

İnsanın kendisiyle olan ilişkisinde bile giderek yalnızlaşmaya devam ettiği, aslında bakarken görmediğimiz, gördüğümüzde de aslında yine yarım gördüğümüz, her geçen gün algılarımızın etrafımıza kapandığıyla aslında kısaca yalnızlaştığımızla ilgili filmlerden biriydi Burning. Konu ‘Murakami İnsanlarıydı’ yani, düşünmeye sevk ediyordu ve insanın yüzüne acı bir gülümseme veriyordu.

 

Aydede’de küçük oyuncu Bilal Zeynel

İkinci sırada izlediğim filmse Ezgi Mola’nın ve küçük oyuncu Bilal Zeynel Çelik’in başrollerinde olduğu Aydede filmiydi. Filmde eşi öldükten sonra çocuğuyla tek başına yaşayan bir kadınla oğlu arasındaki ilişkiyi izledik. Esas olarak çocuk üzerinden giden hikayede, anne ile oğulun arasındaki ilişkinin yanında  aynı zamanda ‘tek başına bir kadının’ köy yerinde ( ki aslında her yerde aynı bu durum, şehir-köy farketmiyor, kadınlar ne dediğimi anlar) yaşadıkları, içine para karışınca bozuluveren ama zaten görüntüde samimi olan aile ilişkileri ve ayrıca  insan ilişkileri de işlenmişti. Güzel yanı tüm bunların ‘esas konunun’ önüne geçmemiş olmasıydı. Diğer oyuncular Mehmet Özgür ve Ayşenil Şamlıoğlu’yla da renklenen Aydede, küçük oyuncu Bilal Zeynel’i de sinemaya kazandırmış olabilir ki iyi bir performans sergilediği için kendisi ayrıca bir övgüyü hak ediyor.

Yalnız bir şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Aydede’yi izlerken, belki ben ayrıntılara fazlaca takık olduğumdan fark etmiş olabilirim yani pek çok kişi önemsemeyebilir bunu ama Ezgi Mola’nın kulağında ‘tek kulakta olan birkaç küpe deliğinden’ ikinci ya da üçüncüsünde tek taş minik bir küpe vardı daha doğrusu o küpe orada ‘unutulmuştu’. Filmi izlediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız o küpe o kulakta olmamalıydı! Ki özellikle de Ulusal Seçkide yarışacak bir film için ufak tefek bazı şeylerde biraz daha özen gösterilebilirdi ki bu bence önemli bir ayrıntıydı.

Babamın Kemikleri 

Üçüncü izlediğim film ise başrolünde Cem Davran ve küçük oyuncu Ömer Aydede’nin olduğu Babamın Kemikleri adlı filmdi. Babasının kemiklerini annesinin vasiyeti üzerine memleketlerinden annesinin yanındaki mezara gömmek üzere aldığı esnada ve yolda geçen hikaye üzerine bir film Babamın Kemikleri. Konu olarak evet iyi bir fikir ama işleniş şekli yanlış olduğundan izlerken seyircide bıkkınlık yaratıyor. Üstelik de bazı sahnelerde yönetmen ne yapmaya çalışıyor acaba burada diye düşünmeden edemiyorsunuz. Karanlık atmosferiyle ve ne yazık ki ‘seyirci buna illa da güler, birkaç yerde daha aynı espriyi kullanalım’ şeklindeki yaklaşım da seyirciyi filmden iyice uzaklaştırıyor. Esas ‘söylenmek istenen’ söylenememiş ya da yanlış yerden gösterilmiş hissi yaratan Babamın Kemikleri bir ‘yol hikayesi’ mi, dram mı yoksa komedi mi çok anlayamamakla birlikte yönetmeninin (üzgünüm ama) kafasının karışık olduğunu düşündürttü bana. Üstelik de yan rollerdeki oyuncuların fazlaca ‘teatral’ oyunculukları, özellikle mezarlıktaki kadın ve Cem Davran’ın yıllar sonra karşısına çıkan sevgilisi tam bir felaketti.

En izlenebilir film Burning

Sonuç olarak izlediğim bu üç filmden ‘en izlenebilir’ diyebileceğim Burning oldu. Yine Burning gibi bir Haruki Murakami hikayelerinden uyarlama olan Tony Takitani’yi de özellikle tavsiye ediyorum. Mutlaka film listenize ekleyin.

Festivalle ilgili güzel bir uygulamadan da bahsederek yazımı bitirmek istiyorum. Bu yıl festival filmlerine mobil uygulama üzerinden yer ayırıp gidebiliyorsunuz ki bu çok isabetli bir yenilik olmuş. Yeri belli olan herkes  herhangi bir arbede yaşamadan gidip koltuğuna oturabiliyor.

Yarın yeni filmlerle devam etmek üzere ‘nezaketten hiçbir şartta ayrı kalmayın’ diyerek yazımı şimdilik sonlandırıyorum.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.