Gazeteci-yazar Burak Artuner ilk romanı “Aşk, Hürriyet, İstibdat” Mart 2015’de okurlarla buluştu. Tarihi alana olan ilgisini yaptığı haberler ve yazı dizileri ile ortaya koyan Burak Artuner’in ilk romanı da tarihi bir aşk romanı oldu. Tarihi araştırma kitapları vardı. Ancak bu kez bir kurmaca ile okurlara ulaştı.
Burak Artuner ile aynı gazetelerde çalışmıştık. Birlikte haberler yaptık. Onun romanı çıktığında belki en çok sevinenlerdendim. Gazeteci dostlarımın araştırma kitaplarının ötesinde kurmacaya, romana da gönül düşürmeleri beni sevindiriyor.
Burak Artuner ile romanın çıkmasından sonra elbette oturduk sohbet ettik. Ancak 724kultursanat.com için bir sohbeti kitabın çıkışından aylar sonra yapabildik. Türkiye’nin yoğun gündeminde haberler trafiği içinde ancak vakit oluşturduk ve bir kafeteryada buluşup, sohbeti gerçekleştirdik.
Aradan geçen o süreçten sonra roman basıldı. Okuduk. İnce işçilik ve sürükleyici bir roman, dedim. Tarih romanı yazmak güçtür. O yıllara hakim olmak, o yılların olaylarını, sosyal yapısını, fiziksel atmosferini detaylandırmak bir sabır ve birikim gerektiriyor. Burak Artuner’in tarihe olan ilgisi, geçmişte yaptığı dizi yazılarda ve haberlerde zaten kendini ortaya koyuyordu. Bu nedenle zaten ilgi alanı olan tarihi atmosfere yadırgamadan dalmış ve araştırmalarını not alarak romana başlamış.
Önce romanla ilgili kısa bilgi, ardından sohbet
İkinci Abdülhamid döneminde geçen bir yasak aşk hikâyesi. Saray çevresinde yaşanan olaylar zinciri. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda istibdat hakimiyeti vardır. Başkent İstanbul’da birkaç genç halkı uyandırmak ve bu karanlık günlerden kurtarmak için harekete geçerler. Tıbbiyenin üçüncü sınıf öğrencisi Suphi de bu gençlerdendir. Ancak bu mücadele sırasında Suphi, dönemin en güçlü paşalarından olan İzzet Paşa’nın sevgilisi ile ‘yasak’ bir aşk yaşamaya başlar. Bir yanda istibdat, bir yanda yasak bir aşkın o dönem içinde üstelik güçlü bir paşanın sevgilisi ile yasak aşkın yaşanmasının güçlükleri. Esaret daha da büyür Suphi için. Silah tüccarları, rüşvetçi devlet adamları, işkenceciler, hafiyeler ortalıkta cirit atarlar. Ve tüm bu atmosferin içinde hürriyet mücadelesi içindeki genç Suphi’nin içine düştüğü sarsıcı bir aşk hikâyesi Burak Artuner’in romanının sayfalarına düşer.
Her sabah erkenden iki saat yazdım
“Sekiz yılda yazdım” diyor. Bir romanın yazım süresi olarak sekiz yıl hayli uzun. Ancak mesleğin yoğun mesaisi işin içine girince kolay olmamış: “Romanı yazmak için zaman yaratma konusunda sıkıntılar yaşadım. İşsiz kaldığım dönemlerde o ruh halimle yazamadım, sıkıntılarım oldu. Daha sonraki zaman içinde ise gazeteye gelmeden önce evde yazdım. Saat dörtte beşte kalkıp iki saat yazarak bitirdim. Evde bir disipline oturtunca yazmam hızlandı. Sabah erken kalkıp çayımı kahvemi yapıp, yazdım. Haliyle yazmak zaten iğneyle kuyu kazmak gibi ama bu benimki daha bir derin kuyu oldu. Yine de insan yazmak isteyince, başladığını bitirmek isteyince oluyor.”
Romanı yazarken gazetecilik mesleğinin yazarlığına, yazma sürecine olumlu etkileri oldu mu?
Burak Artuner – “Kesinlikle oldu. Biz gazetecilerde aslında yazmaya başlamadan önce fark etmediğimiz özelliklerin oluştuğunu gördüm. Yazarken anlıyorsunuz bunları. Özellikle kurgu yaparken ve detaylarda gazetecilik mesleğinin ruhunun bize kattıklarının avantajlarını görüyorsunuz. Gazeteci meraklıdır çok soru sorandır. Soruların cevaplarını arar, bulur ve yazar. Romanda da aynı süreç var. Okurun merakını diri tutarak sorular sormasını ve onlara cevap bulmasını sağlıyor yazar. Bununla birlikte bu her gazeteci roman yazabilir demek de değil. Bir hayal gücü, kalem oynatma becerisi, üstüne disiplinli çalışma sistemi oluşturmak şart. Yazmak bir disiplin işi ve yazanın içinde bir yazar ruhu da olması gerekiyor.”
Lise yıllarımdaki hayalimdi
Seneler önceki bir hayalin miydi roman yazmak? Yoksa şimdi oturayım da yazayım mı dedin?
Burak Artuner – “Lise yıllarımdan, on dört on beş yaşlarımdan beri romanlarla iç içeyim. İyi bir okur olduğumu düşünüyorum. O yıllarda elbette ‘bir gün ben de roman yazacağım’ diye düşündüğüm oluyordu. Ancak bu hayalin gerçekleşmesi kolay olmuyor. Yazmaya başlayıp, 20 – 30 sayfada bıraktığım, öylece kalan çalışmalarım oldu o yıllarda. Roman denemeleriydi bunlar ama o kurguyu tamamlayacak birikimim yoktu. Beslenme zayıf olduğu için eser ortaya çıkmıyordu. İyi bir yazarın tıpkı çay gibi demlenmesi gerekiyor. İnsanda bir şeylerin, hayatla ilgili gözlemlerin oturması gerekiyor. Özümsenme gerekiyor. Zamanı gelince de o eserin ortaya çıkması için insanın içindeki o güç itici hale geliyor. Eser ortaya çıkıyor. Zamanı gelince yazınca bakıyorsun ki gidiyor ve ‘oluyor’ diyorsun yazarken.”
Kadınlarda belli bir süre sonra annelik duygusu doğal olarak ortaya çıkıyor. Onun gibi sanki. Benim de bir çocuğum olsun gibi.
Burak Artuner – “Evet böyle… Okudukça oluyor bu. Üzümün rakıya dönüşmesi gibi. İmbik imbik damla damla, birikiyor bir şeyler. Yazmazsan rahatsız oluyorsun. Yazmaya devam edeceğim inşallah, vakit buldukça.”
Tarihi dekor içindeki aşk romanı
Daha önceden tarihi araştırma kitapları yazdın. Bir aşk romanı yazıyorsun ve tarihi içerikli oluyor. Bu şaşırtmıyor bizi elbette. Ancak neden günümüzdeki bir aşk değil de tarihteki bir dönemi ele alarak yazıyorsun, merak ediyorum.
Burak Artuner – “Aslında günümüzden de bir aşk romanı yazabilirdim. İnsanların duyguları geçmişten beri değişmedi. Sevgi, aşk, ihanet, hırs, ihtiras gibi duygular hep vardı. Dönem dönem, sosyal baskılardan, sosyal yaşayıştan ötürü yaşanma şekilleri farklı şekilde değişebiliyor belki. Tarihteki olaylar günümüzle benzeşiyor. Bunun da insanın temel özelliklerinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. İnsanlar parayı sever, insanlar hırslıdır, kahramanlık yapmaya eğilimlidir. İnsanlar korkaktır, insanlar cesurdur…Bunları çoğaltabiliriz. Hepsi aynı yola çıkıyor. Tarihi atmosferi kullanarak bir roman tercihimin nedeni işte bu duyguların geçmişte de aynı, bugün de aynı olduğunu göstermek belki de. Yani şunu demek istiyorum biraz. Tarih ile bugün aynı aslında. Bir aynaya bakıyoruz. O zaman tarihi iyi okuyalım ve aynı hatalara düşmeyelim. Biraz buna dikkat çekmek istedim. Romanımda tarihi dekoru kullanıyorum, o kadar. Ve bu benim hayal dünyamı geliştiriyor. Okuyucuyu da benim hayal gücümle oluşan atmosfere götürmek hoşuma gidiyor. Ayrıca tarihi dekorda yazmak benim hayal dünyamı geliştiriyor. Daha derin hayaller ve kurmacalar üzerime düşüyor. Yaptığım şey o dönemi bir dekor olarak kullanmak. Duygular zaten aynı. Bu bir aşk romanı. Tarihi dekor içindeki bir aşk romanı.
İnsanların kendilerini özgür hissetmediği bir dönemde yaşanıyor benim romanımdaki aşk. Baskıya uğramak, özgürce yaşayamamak ve takip edilmek… Romanımdaki öğrenciler, gençler inandıkları özgür ülkeye kavuşabilmek için rafa kaldırılan anayasayı yeniden yürürlüğe sokmaya ve buna bağlı özgür bir yaşam umuduyla harekete geçiyorlar. Bu yolda idolleştirdikleri insanlar var. Fakat o insanların kendilerini yarı yolda bırakabileceklerinden habersizler ve yarı yolda bırakılıyorlar da. Bu her dönemde, dünyanın her yerinde yaşanabilir yaşanacak da. Yakın gelecekte ve orta gelecekte tüm dünyanın daha baskıcı olacağını düşünüyorum. O dönem merkezinde, çerçevesinde bir aşk hikâyesi kurdum.”
Döneme ait araştırmalar yaptım
Tarih romanının riskleri yok mu? Gerçek kişiler olaylar ve hayaller birbirine geçer. Hatta mekanlar bile farklı olabilir. Kimi okur bunların bir kurmaca olduğunu bilerek okurken, bir kısmı ise tamamen gerçek mekanlar, kişiler, olayları arar yazılanlarda. Dolayısıyla tarihi roman okurlarının farklı tepkileri olabilir. Düşüncelerin nedir bu konuda?
Burak Artuner – “Bu riskler var. Ben daha çok gerçek mekanlara, kişilere sadık kalmaya çabaladım. Dekor o dönemin fiziki atmosferini yansıtıyor. Onlarca kaynaktan araştırma yaptım. O dönemi anlamak ve detaylandırmak için okumalar yaptım. Örneğin Orient Ekspres gelmiş. Onu anlatan belgesel nitelikli kitaplardan faydalandım. Sadece oturup kafamdaki hayalleri değil, belgeleri ele alarak yazdım. Isınma nasıldı, elektrik var mıydı, varsa nerelerde vardı? Pera Palas’ta asansör var mı, yok mu? Ne zaman kuruldu? Sirkeci Garı nasıl inşa edildi? O dönemki elçilerin isimleri, yazışmaları nelerdi? Dönemin gazetelerinin günü gününe manşetleri, haberleri nelerdi? Osmanlıca bilmiyorum. Ancak o dönemin gazetelerine ait kaynak kitapları okudum. Ansiklopedi tadında kitaplardan faydalandım. Belli bir tarihte Vakit gazetesinin manşeti neydi? Çarşaf ya da ferace yasağı ile ilgili 1896 da ne yazılmış? Bütün bu verileri, evrakları romanın akışı ile tarih şaşması yapmadan romanımda işledim. Bunu da başardığıma inanıyorum. Gözden kaçanlar olabilir elbette. Ancak Can yayınlarının tecrübeli editörleri ile ufak tefek hataları da düzeltmeyi bildik.”
Kahramanlar beni sürükledi
Sekiz yılda yazdım, diyorsun. Örneğin romanın baş karakteri Suphi’yi kafanda ilk canlandırdığın andan itibaren sekiz yıl aynı karakterde tutman, olaylardan, senin yaşadıklarından etkilenmemesi zor değil mi? Suphi sekiz yıl önceki Suphi miydi sen romanı tamamladığında?
Burak Artuner – “Romanı yazmaya başlıyorsun. Yirmi otuz sayfa sonra takılıyorsun. Bekleme sürecin başlıyor. Aradan hayli zaman geçiyor ve tekrar başlıyorsun. Tekrar okuyorsun yazdıklarını. Tekrar kurmaya başlıyorsun. Roman zamanla kendi kendine ilerliyor. Romanın kahramanını sekiz yıl boyunca her gün içimde aklımda taşımadım. Her gün Suphi değil, kimi zaman Maria, kimi zaman Zaharof oldu daha çok kafamdaki. Bu uzun süreçte yazarken, en başta yazmak istediklerimden uzaklaştığımı yeni hayaller kurduğumu gördüm. Roman ayrı bir yola girdi. Kahramanlar kendilerine yer açtılar. Kendilerine yol çizdiler.
Okur kağıt üzerinde sadece kelimelerle görse de ete kemiğe bürünmese de nabzı atmasa da romanın kahramanları da canlıdırlar aslında. Romancı o zaman süreci içinde kahramanları tarafından başka bir yere götürülebilir, sürüklenebilir. Çünkü yazmanın kendi süreci de bir maceradır aslında. Bu yazarın iradesizliğini değil karakterin ne kadar ete kemiğe büründüğünü gösterir. Beni de sürükledi karakterler. ‘Ben yerimden, halimden memnunum’ dedi. Oturduk konuştuk, onun dediği oldu. Benim dediğim değil.”
Suhpi ile Maria’nın kavuşamamasını kurgulamış mıydın en başta?
Burak Artuner – “Evet. Aslında kurguladım. Ancak daha farklı bir son düşünmüştüm. Belki öyle de yazılabilirdi. Hatta daha şaşırtıcı bir sondu ilk düşündüğüm. İnsanların ihanetleri üzerine bir sondu. Bunu değiştirdim. Karakterler oturduktan sonra romanın ortalarında ilerlemek daha kolay oluyor. Orada daha büyük hazlar alıyorum. Sadakatten daha ziyade ihaneti işleyecektim romanın sonunda. Ancak ihanetsiz bir son yazdım. Şu anda seninle konuşurken, ihanetli bir son daha etkileyici mi olurdu, diye düşünüyorum.”
Suphi ve Maria’nın iç seslerini, detaylandırılmış ruh hallerini ben daha çok merak ederdim. Romanın daha çok olay kurgusu üzerinde ilerliyor.
Burak Artuner – “Elbette bunu sevenler çok. Karakterlerin, insanın ruh hallerini, iç dünyasını okumayı sevenler, ben de çok severim. Belki kendi romanıma eleştirel bakarken hem Maria’nın hem Suphi’nin iç dünyasına daha fazla girebilirdim, diyorum. Yapabilirdim. Senin gibi düşünüyorum.”
Romanın ucu açık kalmış gibi. Suphi, Trablusgarb’a sürgüne gönderiliyor. Maria ile aşkı yarım kalıyor. Aşıklar buluşacak mı?
Burak Artuner – “Belki ikinci romanda bu soruların cevabını bulacağız. Devamını düşünüyorum. Ancak devamı olmasa da sorun değil. Ana hatlarıyla gençlerin mücadelesi ve mücadelenin nasıl sonuçlanacağı ile ilgiliydi bu roman. O soruların cevabını verdik. Aşk bazen hayattaki gibi yarım kalabiliyor romanlarda da. Belki de hiç göremeyecekler birbirlerini. Şu anda ben de bilmiyorum. Belki de kavuşacaklar.”
Daha çok olay kurgusu üzerine iç tahlillere fazla girmeden ilgi çekici bir dönemi seçmişsin. Yasak bir ilişki. Zaptu rapt altında yaşanan. Önemli tarihi karakterler ve ilgi çekiciler. O detaylı insan ruh hallerine iç seslerine girmesek bile olaylar romanı okutuyor.
Burak Artuner -“İzzet Paşa, Zaharof tarihte önemli karakterler. Aslında iç tahlillere daha çok girebilirdim. Çok da uzun bir roman yazmak istemedim. Belki bir sonraki romanımda kadın erkek ilişkileri, kahramanların iç dünyasına daha fazla gireceğim. Bir sonraki roman farklı olacak. Yazıyorum. İyi ilerliyor şimdi. O da bir aşk romanı. Orta yaşlardaki bir erkek kahramanımın gençlik aşkı var. Bindokuzyüzaltmışlı yıllarda başlıyor ve günümüze geliyor. Menderesli, ABD’nin Türkiye’ye temasının başladığı o yıllar. Yakın tarih içindeki bir aşk hikayesi.”
Tarih kitabı okumayı sevmiyoruz belki. Buna karşın tarihi romanlar çok okunuyor.
Burak Artuner – “Biraz da ona dikkat çekmek istiyorum. Okurların o dönemi anlamalarını görmelerini istiyorum. Üzerinde çalıştığım roman için altmışlı yıllarda yaşamış insanların ilgisini merak ediyorum. Bitirdikten sonra o yıllarda yaşamış insanlar okuduklarında verecekleri tepki beni heyecanlandırıyor.”
Gazetendeki arkadaşlarından ne tür tepkiler geldi?
“İlk romanımın okur yansımalarını merak ediyorum. Okur tepkisini. Beğenecekler mi beğenmeyecekler mi? Bir sanatçının şarkıcının alkış alması gibi bir duygu bu. Okurla yazar arasında bir köprü oluşunca bunları daha iyi görebiliyoruz. Yakın çevremden okuyanlardan bu etki tepkiyi gördüm. Sosyal medya üzerinden de bu etkileşimi görüyorum. Beğeni ve eleştirilere açığım. Yazarı mutlu eden bir hal bu. Yazdığının boşa gitmediğini görmek güzel. Suya atılan taşın dalgalar yaptığını görmek güzel.
Gazetede romanı okuyup da bana dönen iki üç arkadaşım oldu. Çoğunluk da belki okumadı. Yazarın arkadaşı, yakını olunca okurken belki de o tadı alamıyor. Okurlar tanımadığı yazardan daha büyük tad alabilirler. Benim hiç yazar tanıdığım olmadı. Tanıdığım bir yazarın romanını okumadım. Acaba o tadı alamıyor mu okur? Belki de bu nedenle okumadıklarını düşünüyorum. Beni tanıyan ‘yahu bu ne yazmıştır, yazsa yazsa ne yazar ki’ demiş de olabilir. Roman okumayı çok sevse de eli benim romanıma gitmeyebilir. Okuyanlardan olumlu tepkiler aldım. Bir başlangıçtı benim için. İlk roman zordur. Küçük bir adım attım. Çabalarsam daha çok çalışırsam daha iyi olacak. Daha çok zaman bulduğumda daha çok üretebilirim, diye düşünüyorum.”
Bu sıralar kimleri okuyorsun? Hangi yazarları hangi kitapları?
“Bu yıl hayli okumalarım oldu. Milan Kundera beni çok etkiler. ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni ikinci kez okuyorum. ‘Kayıtsızlık Şenliği’ni de bu yıl okudum. Sonra ‘Yaşam Başka Yerde’ Kundera’nın en iyi romanlarından biri bence. Maria Vargas Llosa’ın Vargas’ın ‘Hınzır Kız’ romanı. İletişim Yayınları’ndan yenilenmiş olarak çıkan ‘Anna Karenina’yı okudum. Güney Amerika yazarlarını severim. Carlos Fuentes okuyorum, ‘Laura Diazlı Yıllar’, ‘Koca Gringo’. Güney Amerikalı yazarları, özellikle toplumsal yaşamları bize benzediği için daha çok seviyorum, insani sıcaklığı daha çok hissediyorum onların romanlarında. Mesela Vargas’ın son okuduğum romanı ‘Hınzır Kız’ın bazı bölümleri sanki Yeşilçam hikâyesi tadındaydı. Rus edebiyatçılardan da büyük keyif alıyorum. Mesela Dostoyevski’yi, İvan Turgenyev’i aralıklarla tekrar tekrar okuyorum. Okuduklarımı tekrar okuyorum. Yerli edebiyatçılardan son dönemde üslubuyla beni etkileyen bir isim var: İlhami Algör’den “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, “İkircikli Biricik”, hem farklı hem de sağlam romanlar bence. Son olarak da Semih Gümüş’ün “Belki Sonra Başka Şeyler De Konuşuruz” romanını bitirdim. Çoğunlukla yabancı romanları okumakla beraber, bizim edebiyatımızdaki farklı tatları yakalamaya çalışıyorum.”
Nasıl, neye yazıyorsun?
“Zaman zaman bilgisayarda, zaman zaman da kağıda dolmakalemle yazıyorum. Kağıda yazmak daha kolay geliyor. Üstünü çiziyorum. Kelimelerin yerlerini oklarla hızla değiştiriyorum. Hataları daha kolay görüp onarıyorum. Çizgisiz A4 beyaz kağıt kullanıyorum yazarken. Deftere yazmayı sevmiyorum. Defterde ön arka sayfalar var ve bu beni yoruyor. Ancak yine de tarihi belgelerle ilgili notlar aldığım defterim var. Ansiklopedik bilgileri o deftere yazıyorum ve o notlardan faydalanıyorum.”
Yorumlar (0)