İşte Benim Zeki Müren Sergisi ünlü sanatçıyla ilgili birbirinden kıymetli anıyı sevenleriyle buluşturuyor. Zeki Müren’i unutmak mümkün mü? Şarkılarıyla, filmleriyle, kapalı bir toplumda yaşadığı özgür cinsel kimliğiyle, tatlı diliyle ve sahne kıyafetleriyle… Müthiş bir ses, Türkiye’nin “sanat güneşi” ve ne diyordu: “Şarkılara duygu seren çilelere göğüs geren, dertli gönüllere giren işte benim Zeki Müren” Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bulunan Yapı Kredi Kültür Merkezi’ndeki İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN sergisi görülmeye, gezilmeye değer. 20 Aralık’a kadar sürecek sergiyi ücretsiz gezebilirsiniz. Vakit var, diyerek kaçırmayın sakın… Bilmeyenlere önce Yapı Kredi Kültür Merkezi’ni tarif edeyim. İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Lisesi bir köşede, aynı hizadaki diğer köşede ise Yapı Kredi Yayınları binası var. İşte bu binanın bitişiğinden giriyorsunuz. Girişte tasarımı keyifli bir sergi yazısı yer alıyor: İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN yazısı ve keyifli bir siyah beyaz boy fotoğrafıyla karşılıyor bizi Sanat Güneşi’miz… Sergi kırmızı halı kaplı merdivenlerle karşılıyor bizi. Her adım attığımızda solumuzdaki duvarda bir Zeki Müren hatırası içeren siyah beyaz fotoğrafı seyrediyoruz. Aynı sergi salonunda daha önce Orhan Veli 100 Yaşında’yı gezmiştim. Sergi girişi bu kadar gösterişli değildi. Aklıma geliyor bu… Büyük bir şair ile büyük bir şarkıcı arasındaki “algı-iletişim” farkını yaşıyorum. Birinci kata çıktığınızda karşınızda tavandan yere kadar büyükçe üç adet Zeki Müren fotoğrafını göreceksiniz. Ellerinde limonlarla Zeki Müren sizi karşılayacak. Neden bu fotoğraflar? Ben şaşırdım doğrusu. Daha etkileyici Zeki Müren fotoğrafları varken, “Müren Kokteyli” tarifini veren (duvarda yazıyor tarif) fotoğrafları kullanmak bana biraz etkisi düşük geldi. Zeki Müren bu değil çünkü. Serginin girişinde daha vurucu bir Zeki Müren fotoğrafı kullanılabilirdi. Ha bu arada yeri gelmişken Müren Kokteyli’nin tarifi için duvardaki panoda yazanları sizinle paylaşayım. Müren Kokteylinin tarifi Zeki Müren’in sergisi için merdivenleri çıktığınızda karşınızda 3 büyük siyahh beyaz Zeki Müren posteri ile karşılaşıyorsunuz. Elinde limonlar… Bu posterlerin arasında ise Zeki Müren’in ünlü kokteylinin tarifi kendi ifadeleri ile yer alıyor: Efendim önümüzde bayram yılbaşı gibi tatlı günler var. Ve de kış yavaş yavaş yaklaşmakta. Mutlu yuvalarımızda rahat rahat ılık ılık oturduğumuz geceleri bendenizin buluşu olan tatlı bir içki ile süslemek istersiniz diye düşündüm ve sizlere Müren Kokteyl’in tarifini yapmak istedim. Bakınız, deneyiniz, hem çok kolay, hem de çok nefis oluyor. On tane kalın kabuklu limonun kabuklarını tertemiz, hatta hiç kullanılmamış bir rendenin orta delikli kısmından güzelce rendeleyip bir komposto tabağına koyacağız. Sonra limonları iyice sıkıp suyunu bu rendelenmiş kabukların üstüne dökeceğiz. Buna bir su bardağı toz şeker ilave edip karıştıracağız. Şimdi sıra önemli kısımda. İçkiyi içebilme dozuna göre bir şişe konyak ve bir şişe vokta beraberce bu kaba dolduracağız. Buz parçalarını da kaba ilave edip bir saat bekleteceğiz. Rendelenen limon kabukları biraz şişip üste çıkacaklar. Esasen bütün mesele bu içkinin mezesiz içilişinde efendim. Her bardağa içkiden doldururken bir kaşıkta limonu, şekeri, votkayı, konyağı emip şişen o özel esanslı kabuklar ağzın içine öyle güzel bir rahiya ve ferahlık verecek ki , yanında başka bir mezeye lüzum kalmayacak. Bu değişik içkiyi içenler bana hak verecekler. Apayrı bir sarhoşluk değil de “birhoşluk” hissedecekler. Yalnız, pek fazla kaçırmamak lazım. Bir limonata bardağı , haydi bilemediniz iki bardak, o gece size bütün dertlerinizi unutturup tatlı hülyalar ve renkli rüyalar getirecek. Tekrar arzetmeyi faydalı bulacağım; rendenin soğan kokmamasına dikkat etmek gerek. (1974) Vefa Arıyorum Aynı giriş alanında VEFA ARIYORUM başlığının altına kendisine seven sanat camiasından dostlarının fotoğrafları var. Cüneyt Arkın’la birlikte çektirdiği fotoğraf dikkat çekiyor. Sinemamızın Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’in de yer aldığı kare duvarda… Ama ilk göz göze geldiğimiz fotoğraf karesi şüphesiz ki Ajda Pekkan’la bir film sahnesinde öpüşürken, önde kaktüslerin yer aldığı fotoğraf oluyor. Ajda Pekkan aynı sahneyi paylaştığında kuliste Zeki Müren’e ‘kocacığım’ diye sesleniyormuş, bu notu düşmüşler. Aralarında bir aşk olduğu hep konuşulur ya… Salona girişte sol taraftan itibaren kronolojik sırayla Zeki Müren’in hayat akışında adım adım ilerliyoruz. Ben hafta sonu gittiğim için hayli kalabalıktı. İçerde Zeki Müren’in şarkıları eşliğinde sergiyi geziyorsunuz. Herkesin elinde fotoğraf makinası ya da çoğunlukla cep telefonu ile bol bol fotoğraf çekildiğine şahit oluyorsunuz. Selfie çoğunlukta tabii. Arka fonda Zeki Müren kucaklıyor fotoğraf çekileni… Zeki Müren’in hayatı yakın Türkiye tarihi gibi. Türkiye’nin kapalı döneminde yıldız olma yolundaki mücadelesini adım adım izliyoruz. Sergideki her kare fotoğrafa ve eşyaya doya doya bakmanız için sabahtan akşama kadar orada kalmalısınız. Vaktinizi buna göre planlayın. Haa Zeki Müren’le selfiem olsun diyorsanız o başka… Plakları, mektupları, günlükleri, konser mukaveleleri, kıyafetleri, dünyanın ve Türkiye’nin değişik yerlerinde çektirdiği hatıra pozları, kullandığı bazı ev eşyaları, o yıllardaki televizyonları, bazı objeleri sergide keyifle ve merakla inceliyoruz. İçerde daha çok kadınlar mı var ne? Erkek ziyaretçi sayısı sanki az gibi… Bülent Ersoy yok mu? Sahnede yarattığı “devrim” Türkiye’de karşılığını bulmuştu. Ben o yıllarda küçüktüm ancak “efemine” tavırları belki hafif tebessüm ettiriyor ama o sesi var ya sesi ve hitabıyla herkes üzerinde müthiş saygı uyandırıyordu. Henüz alışık olmadığımız yıllardı “efemine” tavırlara, davranışlara. Anında damgayı basıyorduk ya, hani sık sık stadyumlarda hakemlere söylenileninden… Zeki Müren için bunu söyleyen var mıydı ya da o kadar çok muydu? Bu arada rakibi olan Bülent Ersoy’la birlikte bir kare fotoğrafını aradı gözlerim. Ya ben göremedim ya da sergiye koymamışlardı. TRT’li günler, radyo günlerinde Zeki Müren kadrolu olarak çalışmış. İşte kimlik kartı. Bu da sergide. Bir başka cam sehpada SSK kartını görüyoruz. Bir diğerinde noterden verdiği vekaletname… Ona ait pek çok ilgi çekici evrak… Ama benim dikkatimi en çok sinema filmlerinde okuduğu şarkıların, eserlerin sahipleri ile yaptığı mukaveleler çekti. Çoğu el yazısıyla yazılmış, daktilo edilmemiş basit evraklar gibi duruyor. İşte onlardan birkaç örnek: Besteci Suat Sayın’la 10 Ekim 1967’de imzalanan bir taahhütname… Zeki Müren’in kendisine ait üç şarkıyı çekilecek olan filmde Pakistanca ve Arapça okuyabileceğini söylüyor Suat Sayın. Bunun karşılığında da Zeki Müren’den 1500 TL aldığını başka alacağının kalmadığını da el yazısı ile anlatıyor. Altta damga pulu da yer alıyor bu kareli defter sayfasına yazılmış taahütnamede. Bestekar Necip Mirkelamoğlu ise “Bir rüzgar esti felek” isimli bestesini Zeki Müren’in çekilecek olan filmde söylemesine müsaade etmiş. Telif hakkı olarak da 1000 TL’sini aldığını kayda geçirmiş. Yusuf Nalkesen “Veda” ve “ Kimi Dertten İçermiş” adlı eserlerini sinema filminde okuması için Zeki Müren’e müsaade ettiğine dair bir evrak imzalamış. 1965’deki bu yazılı müsaade karşılığında Yusuf Nalkesen, Zeki Müren’den 2000 TL aldığını kayıt altına almış. Fecri Ebcioğlu da güftesi kendisine ait olan “Anne” adlı eser için sinema filminde okumasına müsaade etmiş. Zeki Müren’den bunun karşılığında 1000 TL aldığını imzalayarak onaylamış. Sadi Işılay 20 Eylül 1954’de imzaladığı faturada şöyle ifade ediyor: “Zeki Müren’in 1954 İzmir Fuarı Müren Bahçesi ve Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserlerine sazımla refakatim mukabilinde 18.8.1954’de aldığım 7 gecelik 1050 TL’sini peşin avanstan, başka geri kalan 24 gece refakatim için 3600 lira daha aldım.” Camekan içinde sergilenen bir başka evrak dikkatimi çekti. İzmir Fuarı, meşhur o yıllarda. Sanatçıların o yıl zirveye çıktığı yer. Fuarla ilgili bir evrakı okuyorum o anda. Antetli bir kağıt, tepesinde “Gençeller Kollektif Şirketi” yazıyor. Bu kağıtta yazılanlardan anlıyoruz ki 1954’deki İzmir Fuarı’nda işlerin beklendiği gitmemiş. Zeki Müren bir aylık konserleri için 85.000 TL’ye imza atmış. Ancak şirket havaların bozuk gitmesi ve ekonomik krizi bahane göstererek 15 bin TL tenzilat istemiş yazdığı yazıda. Sanatçı bu işin 70 bin TL’sini almış… Herhalde Zeki Müren kalan 15 bin TL’den feragat etmiştir diye düşündüm o an. Maksim Gazinosu Mukavelesindeki Şartlar Türkiye’nin İzmir Fuarlı ve gazinolu yıllarındayız. Maksim’de çıkmak her babayiğidin harcı değil. Zeki Müren orada. Ancak doğal akışta tabii ki sanatçılarla imzalanan mukaveleler var. Sergide bu mukaveleden birini okudum. Fahrettin Aslan ve ortağı Esin Yayman Yeni Maksim Salonları’nda Zeki Müren’in sahne alması için 26 Ekim 1962 ile 1 Mayıs 1963 tarihleri arasına kapsayan mukaveleyi imzalamışlar. Mukaveledeki detay Mukaveleye göre her gece için Zeki Müren’e 1000 TL verilecek, vergiler müessese tarafından ayrıca ödenecek. Pazar matinelerinden Zeki Müren ücret almayacak. Mukaleve bir assolistin istediği bütün maddeleri içeriyor o günün koşullarına göre. Ancak mukavelenin 13’üncü maddesi müthiş… Zeki Müren’in kimliğiyle, cinsel rengiyle alakalı olarak sanatçının bastıra bastıra yazdırdığı bir madde olmalı diye düşünüyorum. Şöyle yazılmış 13’üncü maddede: “Gazinoların müstecirleri gazino dahilinde inzibatı temin edeceği gibi Zeki Müren’in izzeti nefsini rencide eder mahiyette her hangi bir hareket veya söz vukuunda bu hale bizzat veya bilvasıta sebebiyet verenleri derhal uzaklaştırmak üzere emniyet makamlarına müracaat sureti ile gerekli tedbiri almağa tevessül edeceklerdir. Müsebbipler gazinonun müstahdem veya sanatkarlarından ise derhal işten çıkarılacaklardır.” 14’üncü madde ise assaolistliğin raconu gibi… En tepedeki isim ve en ışıltılısı kim olacak? Tabii ki Zeki Müren: “Diğer sanatkarların neonlarından en büyüğü 45 santim olacak ve Zeki Müren’in neonu da en büyük neonun iki misli olup en üstte yazılacaktır” 15’inci madde ise gazete ilanlarının Zeki Müren onayından geçeceğini ifade ediyor: “Gazete ve her türlü ilanlarda Zeki Müren’İn fotoğrafı ve yazıları iki misli büyüklükte olacak gazinoya ait bilimum ilanlar Zeki Müren’İn imzasını havi tasvibinden geçecektir” [button color="red" size="big" alignment="none" rel="follow" openin="newwindow" url="https://724kultursanat.com/zeki-murenin-otomobili-ile-hatira/"]ZEKİ MÜREN'İN LÜKS OTOMOBİLİNDEKİ ÖZELLİK ŞİMDİKİLERDE YOK[/button] Türkiye İçin Cesaret İsteyen Piyes Aynı katta gezintime devam ediyorum. Anlatacak çok şey var ama ben sizinle “devrimci” Zeki Müren’i paylaşmak istiyorum. İşte bunlardan biri de Robert Anderson’un yazdığı “Çay ve Sempati” piyesiyle ilgili. Zeki Müren, cinsel kimlik tartışmalarını merkezine alan ve 1953’te Broadway’de sahnelenen bu oyunda rol aldı. Broadway’de epey yankı uyandıran bir piyeste bir lisede arkadaşlarınca sürekli alaya alınan efemine öğrenci Tom Lee, piyesin finalinde, beden eğitimi öğretmeninin karısıyla ilişki kurarak erkekliğini hem kendine hem de topluma ispat ediyordu. Beden eğitimi öğretmeni ise karısına karşı ilgisiz, gizli bir eşcinseldi. Duvardaki bilgilendirme yazısından okuyorum: “1965’de Sıraselviler’deki Arena Tiyatrosu’nun gişesi önünde aylarca uzun kuyruklar oluştu. Müren ‘Robert Anderson bu oyunu sanki benim için yazmış gibi’ diyor ve canlandırdığı Tom Lee karakterini şöyle tarif ediyordu: ‘İçine kapanık , çok duygulu, sporun dahi tenisinde muvaffak olabilen , saçlarını kısa kesmek istemeyen , her kadından değil de ancak ruhuna uygun bir kadından duygulanabilen, maça gitmektense konser ve tiyatro seyreden romantik bir tip.’ Çay ve Sempati’yi ‘Türkiye için fazla cesaret isteyen piyes’ olarak değerlendiriyordu. ‘Bile bile üstüne gidercesine seçilmişti eser’. Müren’in tiyatro macerası tek oyunda kaldı. Halbuki, ‘Giovanni’nin Odası’ nda Giovanni’yi oynamak istediğinden söz etmişti. 60’larda İstanbul’da yaşayan James Badwin’in eseri, İtalyan serserisi Giovanni’nin bir Amerikalı’yla Paris’te yaşadığı eşcinsel aşkı anlatıyordu.” Vatan Sevgisi Bol bol seyahat etmiş ve onlardan fotoğraflar sergide yer alıyor. Zeki Müren, not alan, tarihe not düşen birisi. 1963’de Amerika seyahati için kırmızı kaplı bir defteri günlük olarak tutmuş. Acaba içinde neler var, neler yazmış neler anlatmış? Merak ediyorum. İslamabad’dan Türkiye’ye dönüşünde uçakta aldığı notlar da sergideydi. Renkli ve uzun bir rüyadaymış gibi hissetmiş geziyi. Ancak memleket sevdası da büyükmüş. Uçağın camından güzel İstanbul’u seyrettiğini yazıyor ve devam ediyor: “İçimde sevinç dolu, bir ürperişle. … Seyahat güzel şey. Dünyayı tanımak çok zevkli. Fakat Tanrı bizleri birbirimize vatanımızı da bizlere bağışlasın” Günlük olarak işlerini ve unutmaması gerekenleri not aldığı ajandasında ise kalın lacivert kalem kullanmış. Notların arasında “Eti Burçak diyet” yazıyor. Demek ki diyet yapıyordu, diye aklımdan geçiyor. “Evde sinirliyim”, notunu düşmüş. Belli ki bir şeyler o gün canını sıkmış Sanat Güneşi’nin. Birinci kattan yukarı çıktığınızda film seslerini duyacaksınız. Girişte hemen sol tarafta küçük bir beyaz perde kurulmuş. Zeki Müren filmleri oynatılıyor. Ancak bu katta asıl sergilenen Zeki Müren’in sahne kostümleri. Birbirinden şatafatlı, gösterişli, albenili, renkli renkli, ışıltılı sahne kıyafetlerini uzun uzun seyredebilirsiniz. Ya o ayakkabılar. Onlara şaşkınlıkla bakan bir kadın şöyle diyordu yanımda: “Ne apartman topuğu ayol, bunlar resmen gökdelen gökdelen…” Zeki Müren, sahnede kendisini nasıl ifade edecekse o tarz kıyafetleri diktirmiş. Özellikle ceketler vardı sergide. Pantolon ya başka bir tür kıyafet, elbise, gömlek vs yoktu. Birkaç gözlük vardı, Zeki Müren gözlüğü… Bu kıyafetleri 70’li 80’li yıllarda giymek büyük cesaretmiş. Yakından bakarken, kendimi bir müzede tarih yolculuğundaymışım gibi hissettim. Şu öpücükler kondurulmuş cekete bakar mısınız? Şimdilerde sanal ortamda gönderilen öpücüklerden daha sahici daha samimi duruyor ceketinin üstünde Zeki Müren’in… Seyircisine hayranlarına daima yakın olan onlarla temas etmeyi seven Zeki Müren’in sahnede yaşadıkları da ilginç. İşte şu fotoğrafa bakın. Bir hayranı nasıl da sarılmış sanatçıya, kucaklar gibi… Kıyafetleri ile ilgili ziyaretçilerin bilgilenmesi için hazırlanan notta şunlar yazıyor: “Kıyafetlerinin en hafifinin 10 kilo en ağırının 20 kilo çektiğini yazıyor gazeteler. Apartman topuklu ilk çizmesini Ayda yürüyen Prens kostümünün bir parçası olarak 1974’de giydi. Aynı yıl Uzaydan Gelen Prens için benzeri topuklu bir çizme yaptırdı. Böylece boyu 1.74 iken 2 metreyi aşıyordu. “Biliyorsunuz ayda yer çekimi az. Astronotlar zor yürüyorlar. Ben de o nedenle bu çizmeleri giydim” diyordu. 1974’de İzmir Fuar’ında Manolya Bahçesi’ne gelenleri, kapıda 20 metrelik dev bir Zeki Müren karşıladı. “Monte edilişi hadise oldu. Dört ayrı bölümnden meydana gelen bu muazzam resim Uzaydan Gelen Prens kıyafetindeki son fotoğrafımdan büyütülmüştü. Üç gün uğraşıp çare bulunamayınca, fuarın özel vinci ve itfaiye yardımıyla ancak başarılabildi” diyordu.. Bıyıklı fotoğrafa sansür Zeki Müren’in tatlı dili, güzel hitabı hep aklımızda. Camekan altında gördüğüm bir fotoğraf albümündeki not dikkat çekici: “İlk günkü bıyıklı çekilen XX işaretliler lütfen seride yer almasın efendim. Çok üzülürüm…” imza Zeki Müren… Günlük ajanda da ilginç bir çizim var. Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu Zeki Müren kıyafetlerini kendi tasarlıyormuş. 13 Ekim 1969’daki bir ajanda sayfasına işte böyle çizmişti kıyafetini. Alta ‘şöhret’ ifadesini de koyarken kim bilir neleri düşündü. O bu çizimi yaptığında ben doğalı 7 ay olmuş. Sergiye emek verenlerin adları salonun girişinde şık bir tasarımla hazırlanan panoda duyurulmuş. Koordinatör: Veysel Uğurlu Kuratör: Derya Bengi Tasarım : Sadık Karamustafa ve diğerleri… Sergiyi gezdikten sonra emeği geçenlere teşekkür ederken, içimden; merdivenleri ağır ağır inerken Zeki Müren’e veda ediyordum. Zihnimde o şarkının müziği ve hafifçe mırıldanarak “Alkışlarla yaşıyorum… İŞTE BENİM ZEKİ MÜREN” … Alkışlıyoruz…