Önüne onlarca güzel sıfat sıralayabileceğim Netflix Dizisi: Love, Death & Robots
Love, Death & Robots, Netflix’in efsane seri dizisi Black Mirror’un tahtına değilse de yanında bir taht kuracağına emin olduğum yeni dizisi.
Çekici, sıra dışı, heyecanın doruklarında dolaştıran, haz makinesi, çıplaklığı, seksi ve şiddeti tüm açıklığıyla ortaya sunan, zekice ve muhteşem!
Kısa hikayelerden oluşan bir mini animasyon diziler serisi olan Love, Death & Robots daha ilk bölümde sizi yakalayıp içine çekiyor.
Fazlasıyla şiddet, bolca çıplaklıkla karşı karşıya kalacağınız bu yeni Netflix dizisini izlerken her ne kadar şiddete ve vahşiliğe karşıyım deseniz de kendinizi alamayacak, bir sonraki bölümü merak edeceksiniz. Garanti!
Ayrıca isminden ötürü dizi, her bölümünün robotlarla ilgili olduğunu düşündürse de öyle değil.
Gerçek mi animasyon mu
Ben daha ilk bölümden çarpılsam da özellikle üçüncü bölümü fazlasıyla sevdim. İzleyince anlayacaksınız demek istediğimi. İlk iki bölümden çok farklı, gerçekle animasyonu ayırt edemediğiniz bir seyirlikle karşılaşıyorsunuz. Hele ki sona geldiğinizde ‘’ vavv’’ lafı az kalıyor! Daha fazla açık vermeyeyim de daha merak edin.
İkinci bölümde özellikle kedi robotu görünce hele rengi de çok tatlıyken sevimli bir hikayenin içine girdiğinizi düşünüyorsunuz. Ama hikaye ilerledikçe ‘kendinizi’ izlediğinizi biraz içiniz burkularak anlıyorsunuz. Hani hem şikayet edip hem de kendimizi kurtarmak için hiçbir şey yapmadığımız, bahanelerin ardına sığındığımız şu anki hallerimiz… Daha da anlatmayayım bölümü, izleyin siz.
Altıncı ve yedinci bölümlerde de yine insana dair olan durumlar yer alırken bazı şeyleri anlatmak için uzunca cümlelere aslında hiç gerek olmadığına tanıklık ediyorsunuz.
Tek bir nesneye anlam yükleyerek neler neler ‘göze’ sokulabilir çok güzel anlatan, susturan, ama sonrasında bolca düşünmeye sevk eden hikayeler olmuş özellikle bu iki bölümde. Her bölüm hikaye anlatıcılığı mükemmel zaten, bir iki bölümle sınırlanamaz kesinlikle.
İnsanlığın geldiği nokta
Bölüm bölüm anlatmak değil amacım, belki biraz merak uyandırmak istiyor olabilirim. Black Mirror’da da olduğu gibi esasen konu yine biziz! İnsanlığın geldiği nokta! İnsanın insana bakışı, daha doğrusu bakamayışı…
Endüstriyelleşmenin sonuçları, kendi isteğimizle güle oynaya nasıl değişime ayak uydurmaya gönüllü olduğumuz ve sonuçta tüm bunları ve tabii kendimizi nasıl da tükettiğimiz…
Her şey gözümüzün önünde olup biterken bu oyuna alet olduğumuz, hem yaşadığımız dünyayı hem de insanlığı nasıl da hunharca harcadığımız. Sona gelinen noktada da kendi sebep olduklarımızı sanki biz değil de başkası yapmış gibi şikayetlerin ardına saklanıp çözüm aramaya çalışmamız. Samimiyetsizce…
Doğal tohumu çıkarlarımız için yok edip plastikle karnımızı doyurmaya başlayıp sonra türlü hastalıklarla savaşmaya başlayınca ilk noktaya dönmeye çalışmak gibi. Organik pazar icat edip bildiğimiz domatesi, patatesi bilmem kaç bin lira paralara satmak gibi…
Love, Death & Robots…Bilindik hikayeler aslında evet. İnsana dair olan. İzleyince anlayacaksınız demek istediğimi. İçiniz burkulacak, kendinize acıyacaksınız. Kendi sonunuzu izleyeceksiniz yani. Ama sıradan sandığımız bu bilindik hikayeler iyi işlenirse nasıl efsane olur onu da göreceksiniz.
Animasyon seveni de sevmeyeni de içine alacak bu 18 bölümlük seriyi izlemeden geçmeyin derim.