Son dönemin ünlü mankenlerinden Serenay Sarıkaya hangi kitapları okuyor? Hürriyet gazetesindeki röportajında okuduğu kitapları listeledi. Sabahattin Ali okuma listesinin başında yer alıyor. Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna adlı kült romanı yıllardır çok satanlar listesinden inmiyor. 1937 basılan Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali'nin sinemaya da aktarılan romanı sinemaya da aktarılmıştı. Roman şu cümleyle başlıyor: "1903 yılı sonbaharında eşkıyalar Kuyucak köyünü basmıştır." Yönetmen Feyzi Tuna filmi çekmişti. Talat Bulut ve Derya Arbaş'ın başrollerini paylaştığı film hayli ilgi görmüştü. Edebiyat eleştirmenlerine göre Sabahattin Ali'nin bu romanı Kürk Mantolu Madonna'dan daha değerli. Ancak ülkemizde Kürk Mantolu Madonna'nın satış rakamlarına ulaşamadı. İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali'nin üç romanından biridir. 1940 yılında basıldı. Romanın arka kapağında şu ifadeler yer alıyor: "İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. " Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış. Türk edebiyatının değerli isimlerinden Sabahattin Ali 25 Şubat 1907'de doğdu. 2 Nisan 1948 aramızdan ayrıldı. Öğretmenlik yaptı. Siyasi görüşlerinden dolayı Sinop Cezaevi'nde yattı. Sabahattin Ali, Markopaşa gibi yerlerde yazdığı yazılarında: Yabancı sermayelerin Türkiye'de ikinci kapitülasyonlar dönemini başlatacağını ve ülke bağımsızlığını etkileyeceğini; niteliksiz yöneticiler ve yarı aydınların kendi çıkarları için ülkeyi Amerikan ve İngiliz emperyalizmine peşkeş çekeceğini ve bunun tehlikeli sonuçlar doğuracağını söyleyerek: millet idaresine dayalı nitelikli politikalar üretilmesi gerektiğinden bahsetmiştir. Bu konudaki bir görüşü şu şekildedir: "Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun.(...) Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın.(...) Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölesi gibi peşinden gidilerek değil, bu milletin selametini en iyi sağlatacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin." Yazara ait Kuyucaklı Yusuf romanında aşk teması ön plana çıkmaktadır. Evlilik ile Anadolu'nun sosyal ve ekonomik yapısı dikkat çeken diğer temalardır. İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna romanlarında da öne çıkan tema aşk ve evlilik olmuştur. Bu evlilikler genelde sağlık bir şeklide yürümeyen bir görünüme sahiptir. Yazara ait üç romanın sonu birbirlerine oldukça benzemektedir: Kürk Mantolu Madonna'da Maria Puder ve Kuyucaklı Yusuf'da Muazzez karakteri romanın sonunda ölen kişiler olurken, İçimizdeki Şeytan''da ise Macide son olarak Bedri'ye yönelmektedir. Romanlarındaki yozlaşma konusu ise daha çok kırsal kesimde ele alınmıştır. Kuyucaklı Yusuf'daki Şahinde, Hacı Etem, Şakir ve Hilmi Bey; bir tür toplumsal yozlaşmanın örneğidir. Aydın kesimdeki yozlaşmalara ise İçimizdeki Şeytan romanında değinmiştir. Romanda Ömer'in yakın çevresi belirli bir eğitim görmüş ve çeşitli sıfatlara sahip kişilerdir fakat davranışları sahip oldukları eğitim ve sıfatları gölgelemiştir. Sabahattin Ali'nin 1935'de çıkardığı ilk öykü kitabı Değirmen'de 16, 1936'daki Kağnı'da 13, 1937'deki Ses'de 5, 1943'deki Yeni Dünya'da 13 ve 1947'deki Sırça Köşk'de 13 öykü olmak üzere toplamda 60 öyküye sahiptir. Ardından da son kitaplarında 4 öykü daha yayınlayarak bu sayıyı 64'e çıkarmıştır. Romanlarında olduğu gibi öykülerinde de dönemin siyasi ve sosyal özelliklerini görmek mümkündür. Öykülerindeki temel kavramlar sevgi, aşk ve kırsal kesim sorunlarıdır. Değirmen, Viyolonsel, Kırlangıçlar, Kurtarılamayan Şaheser, Bir Cinayetin Sebebi, Komik-i Şehir, Sarhoş, Arap Hayri, Gramofon Avrat, Köstence Güzellik Kraliçesi, Yeni Dünya, Hanende Melek, Hasanboğuldu, ve Sırça Köşk adlı öykülerinin genel konuları sevgi ve aşk olmuştur. Ayran, Asfalt Yol, Bir Orman Hikayesi, Candarma Bekir, Değirmen, Bir Firar, İki Kadın, Kafa Kağıdı, Kanal, Kamyon, Kazlar, Ses, Sıcak Su ve Sulfata adlı öykülerinde ise kırsal yaşam ve kırsal yaşamın sorunlarına değinmiştir. Kırsal kesimi işlediği öykülerinde çeşitli toprak ve miras kavgaları gibi nedenlerden dolayı işlenen cinayetlere de yer vermiştir. İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi? Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür? Kırmızı Saçlı Kadın'da, Orhan Pamuk okurları otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikayesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor. Roman 2016 yılında basıldı. Orhan Pamuk’un son çıkan romanı olan Kırmızı Saçlı Kadın’ın hikayesi oldukça farklı. Yüzyıllar önce yazılmış olan efsaneler ile günümüz konularını bir araya getiriyor. Aşk, kıskançlık ,baba-oğul ilişkilerini tarihsel olaylar üzerinden anlatan Pamuk bizi otuz yıl öncesinin İstanbuluna da götürüyor. Ayrıca o dönemin tiyatrosu ve inşaatları hakkında da önemli ölçüde fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Kara Kitap, Orhan Pamuk'un en iyi romanı olarak değerlendiren eleştirmenler çoğunluktadır. 1985-1990 yılları arasında yazılan roman 30'un üzerinde baskı yaptı. Romanın konusu şöyle: Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Çocukluğundan beri yazılarını hayranlıkla okuduğu yakın akrabası gazeteci Celâl'in köşe yazıları, bu arayışta ona işaretler yollayacak ve eşlik edecektir. Okuyucu, bir yanda her bacası, her sokağı, her insanı başka bir esrarlı âlemin işaretine dönüşen İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan Celâl'in köşe yazılarıyla karşılaşır. Eski cellatların hikâyelerinden Boğaz'ın sularının çekileceği felaket günlerine, kılık değiştiren paşalardan kültür tarihimizde kalmış esrarlı cinayetlere, karlı gecenin aşk hikâyelerinden yüzlerimizin üzerindeki anlamın sırlarına, İstanbul'un ücra ve karanlık köşelerinden gülünç ve tuhaf kişilerine, yakın tarihimizden günlük hayatımızın unutulmuş ve şaşırtıcı ayrıntılarına kadar uzanan bu araştırma Galip'i hem kayıp karısına, hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrar doğru çekecektir. Pamuk'un "İlk ve son siyasi romanım" dediği Kar, Türk edebiyatında 1990'ların siyasi atmosferini ele alan, dönemi bütün şiddeti ve çatışmalarıyla anlatan en iyi ve en iddialı romandır. Kars'taki siyasal İslamcılar, solcular, Türk ve Kürt milliyetçilerinin hikâyesini inanç, başörtüsü sorunu, askeri darbeler ve üçüncü dünyada yaşamanın öfkesi ve ümitsizliği üzerinden tartışan Kar'da Pamuk, başka romanlarında da zaman zaman gördüğümüz mizah yeteneğini bu defa sonuna kadar sergiliyor. On iki yıldır Almanya'da sürgün olan şair Ka Türkiye'ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars'ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve Ka için aşk ve mutluluk vaadi vardır. Kar Türkiye'nin temel siyasi çatışmalarını anlamamız için okunması gereken bir roman. Ünlü manken ve fotomodel Serenay Sarıkaya, Orhan Pamuk okuyor. 2006 NOBEL Edebiyat Ödüllü yazarın kitaplarını okuduğunu belirten Serenay Sarıkaya, favori yazarları arasında Orhan Pamuk'u gösteriyor. Orhan Pamuk'un kitapları altımışüç dile çevrildi. Yüzü aşkın ülkede yayımlanan eserleri 13 milyon baskı yaptı. 2006 yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçildi. Orhan Pamuk 7 Haziran 1952'de doğdu. Yazarlığa 1974'de başladı. İlk romanını 1979 yılında yazdı. "Karanlık ve Işık" adlı romanı ile Milliyet Roman Yarışması'nda birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir.[22] Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Serenay Sarıkaya okuduğu yazarlar arasında Hakan Günday'ı da gösterdi. Günday, 1976 doğumlu genç kuşak romancılarımızdan. 26 Kasım 2014 tarihinde Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenen törende 2014 yılı Türk-Fransız Edebiyat Ödülünü aldı. 5 Kasım 2015'te, Fransızca'ya Encore adıyla çevrilen Daha romanıyla Fransa'nın saygın edebiyat ödüllerinden Prix Medicis "En İyi Yabancı Roman Ödülü'nü aldı. Raha romanının tanıtım bültenindeki ifadeler şöyle: Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta. "Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye'dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu'da, ayakkabılı olanı Batı'da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…" 2000 yılında yayımlanan Kinyas ve Kayra, Hakan Günday'ın ilk romanı. Romanda hayata karşı kin ve nefretle dolu olan, suç ve şiddete eğilimli iki arkadaş olan Kinyas ve Kayra'nın Afrika, Amerika ve Türkiye'de geçen hayat hikayeleri anlatılıyor. Roman üç bölümden ve 567 sayfadan oluşuyor. Derin felsefi öğelerin yanı sıra paradokslar ve düğümler üzerine kurgulanmış yeraltı edebiyatı türünde bir roman. Çocukluk arkadaşı olan ve 30’larına yaklaşmış olan iki adamın, Afrika’dan önce Amerika’ya daha sonra Türkiye’ye uzanan şiddet ve cinsellikle dolu hayat hikayeleri romanda yer alıyor. Hakan Günday'ın AZ adlı romanı, aynı adı tayıyan iki çocuğun ilginç hikayesini anlatıyor. 11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman… “Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır.Belki de az,hayat ve ölüm kadardır! Belki de,seni az tanıyorum, demek,seni kendimden çok biliyorum,demektir.Belki de az her şey demektir.Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir… ” Seni AZ seviyorum” dedi Derdâ ” Ben daha AZ… ” dedi Derda Bir daha da konuşmadılar…. Birlikte olabilmek için kırk yıl bekledi onlar birlikte ölebilmek içinde kırk yıl daha yaşadılar… Hakan Günday'ın 2015 yılında basılan romanı Ziyan... Arka kapağında şunlar yer alıyor: "Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklardan sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kâğıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz. Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak. Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Fiilleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar, yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!' Hakan Günday "Azil"de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın “hiç”leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor. Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor. Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor. İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor. Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor. Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor. Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor. Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor. Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor. Kinyas ve Kayra (2000) Zargana (2002) Piç (2003) Malafa (2005) Azil (2007) Ziyan (2009) Az (2011) Daha (2013) Serenay Sarıkaya'nın okuma listesindeki diğer yazarımız ise Buket Uzuner. Buket Uzuner'in İstanbullular adlı romanı 2012 yılında basıldı. "Yaz 2005. İstanbul Atatürk Havalimanı. Modernitenin ve şehrin sınırında genetik bilimciden gurbetçi işçiye, taksi şoföründen ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden mimarlar odası eski başkanına kadar İstanbullu 15 kişinin yolları kesiştiğinde yüzyılımızın göçlerle genişlemiş İstanbul'undan, dolayısıyla Türkiye'sinden bir kesit ortaya çıkıyor. Bir İstanbul romanının olmazsa olmazı aşk elbette baş köşede yer alıyor.Büyük bir tehdit altında başlayan gerilim dolu dört saat boyunca İstanbul, Belgin ile Ayhan'ı kendisiyle ve aşkla hesaplaşmaya zorluyor." Buket Uzuner'in, bugün Anadolu'da yaşayan her kültürü derinden etkilemiş kadim Kamanlık (Şamanizm) geleneğinin dört unsuru olan SU, TOPRAK, HAVA, ATEŞ'ten ilham alarak yazdığı yeni romanı UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI dörtlemesinin ilk kitabı 'SU' ... Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman'ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler. Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor. Toprak romanı Buket Uzuner'in Su romanının devamı. Çorum'da Hitit dönemine ait büyük bir tarihi eser hırsızlığını araştıran gazeteci Defne Kaman ortadan kaybolur. Gazeteci kadının en son görüldüğü antik Hitit kalıntısı Yazılıkaya'da ortaya çıkan geyiğin nöbet tutması, bir efsane gibi Çorum'da kulaktan kulağa yayılmaya başlar. Olayın büyümesi üzerine, Defne Kaman'ı canlı bulmak için şehrin valisi, emniyet müdürü ve Türkiye'nin ilk eko-hacktivisti olduğunu iddia eden Karaca canla başla çalışmaya başlar. Bu sırada sosyal medyada #DEFNEKAMANNEREDE etiketiyle birleşen gençler eylem yapmak için Çorum'a yola çıkarlar. Serenay Sarıkaya'nın beğenerek okuduğu Buket Uzuner'in romanları arasında Kumral Ada Mavi Tuna 2016 yılında yayımlandı. "Bir Salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler hayatta en çok sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu.Bunu hiç beklemiyordum. Beynimden vurulmuşa döndüm. İç dengelerim şiddetle sarsıldı. Oysa gerçeği biliyordum ama bana kimse kek bir şey sormamıştı.Onu mahkûm etmişlerdi! kapı çalındı. İki asker beni almaya gelmişti. İç savaş çıkmış, seferberlik ilan edilmişti. Bunu bekliyordum. Hiç şaşırmadım. Bunu uzun zamandır korku ve kuşkuyla hep bekliyordum. Hazırlandım ve o Salı sabahı evden çıktım. Genç bir öğretmen bir sabah Kuzguncuk'taki evinden apar topar alınıp, askere götürülür. O, bunun bir kabus olduğuna, arkadaşlarıysa onun iç savaşa katıldığına inanmaktadır. Oysa annesi oğlunun bir ambulansla evden götürüldüğünü anlatmaktadır.