Burçak Gönül’den çarpıcı bir roman ‘Aysel’
Burçak Gönül’den çarpıcı bir roman ‘Aysel’ raflarda yerini aldı. Aysel, insanlık hallerine dair çarpıcı bir roman. Roman H2o Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı.
Sayım Çınar, Aysel romanının yazarı Burçak Gönül ile buluştu. Romanla ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdi. Burçak Gönül, romanında gerçek hayattan gerçek kişilere yer verdi.
‘Aysel’ romanının serüveni Burçak Gönül’ün hayatındaki idol kadınlardan birini anlatıyor. Yaşamı ince çizgilerle resmeden bir kadına, yazarın teyzesine ait.
Antalya’daki falezlerin diyarında bir yaşam, aşk öyküsü. Üç kuşaktan kadınların başrolünde yer aldıkları var olma mücadelesi. Türkiye toplumsal yaşamında aile içinde gerçekleşen küçük küçük değişimlerin sessiz bir devrim niteliğine ulaşmasının sonucu.
Sayım Çınar – Anlattığın aşk ve yaşam öyküsü falezlerin diyarından. Üç kuşaktan kadınlar başrolde. Onların var olma mücadelesini anlatıyorsunuz romanda. Aysel’in serüveni ilginç olmalı…
Burçak Gönül – Hayatımdaki iki idol kadından biri Aysel. Çok sevdiğim ve 2018 Aralık ayında kaybettiğim teyzemin yaşamından esinlendiğim bir aile hikayesini anlattım. Bundan neredeyse on yıl önce aldığım notlarla başladı Aysel romanının serüveni.
Teyzeme Alzheimer teşhisi konulmuştu. Onunla yaptığımız sohbetler sırasında küçük notlar alıyordum. Onun üç dakika öncesini unuyor almasına rağmen, seneler önce yaşadıklarını bütün detaylarıyla hatırlaması ve zorluklarla geçmiş hayatından çok etkilendim. Oldum olası geçmişe özlem duyan, siyah-beyaz Türk filmlerini ağlaya ağlaya izleyen biriyim zaten. Şimdi düşünüyorum da, galiba o günler, benim açımdan da kişisel bir var olma mücadelesinin başlangıcıydı.
Aradan yıllar geçti. Pekçok anlamda hayatımın yönü değişti. Bir gece sabaha karşı çok net olarak gördüğüm, kristal parlaklığında gördüğüm bir rüyanın ardından bilgisayarımda notlarımı buldum. Yazmaya öylece başladım. “Falezlere Götür Beni – Aysel” işte bu rüyayla başlayıp, onunla bitiyor.
Sayım Çınar – Romana zemin olan farklı farklı şehirler var. Bir süredir Antalya’da hayatınızı sürdürüyorsunuz. Antalya’nın anlamı nedir sizin için?
Burçak Gönül – Roman Antalya’dan Iğdır’a, Erzurum’a, Ardahan’a, Ankara’ya uzanan, yine Antalya’da finale ulaşan bir öykü var. Antalya doğal ve tarihi güzellikleriyle harika bir şehir elbette ki… Şehrin her yerinden tertemiz bir denize girebiliyorsunuz. Plajlar hareketli. Günbatımında Beydağları, dik falezler…
Ama bana sorarsanız ille de Kaleiçi. Turistik mekanlarla her ne kadar görünümü biraz değişmiş de olsa eski Antalya’nın dokusu orada, o daracık, Arnavut kaldırımlı, yasemin kokulu sokaklarda hâlâ yaşıyor…
Benim çocukluğum ilk gençliğim Antalya. Konyaaltı oba hayatı, Fasilis’de bütün aile bir arada yapılan piknikler, kalabalık sofralarda yenen yemekler, sabahlara kadar balkon sohbetleri demek.
Romanımda ilham kaynağım, başrollerden biri Antalya şehrinin kendisi. Şimdilerde Antalya benim için ne ifade ediyor? Yorucu bir kurumsal hayat, İstanbul karmaşası ve uzun süre yurt dışında yaşadıktan sonra huzur bulduğum, kendi düzenlerini kuran çocuklarımı tatillerde ağırlama hayaliyle olgun yıllarımı geçirmeyi planladığım bir şehir…
Romanda cesur kadınlar var
Sayım Çınar – Kadınların “erkek aile”yi nasıl dönüştürdükleri ve kadını, erkeğin yaşamının kölesi olmaktan çıkarıp ortağı haline getirişlerine dair bir kesit yansıtılıyor romanda… Sizin anlattığınız kadınlar cesur kadınlar, değil mi?
Burçak Gönül – Aysel romanında kadın kahramanlarımın hepsi aslında birbirinden çok farklı. Cesurlar ama cesaretlerini ifade etme yolları farklı. Kimi korkusuz, savaşçı, kendine güvenen, hatta dediğim dedik… Kimisi güçlü olmanın zalimlik gerektirmediğini bilen, nazik ve merhametli…
Kendisini geliştirmeyi hedefleyen, aşkı için mücadele eden, her koşulda kendi mutluluğunu yaratabilen kadınlar bunlar…
Sağlık sorunları hayatlarını gölgelese de, güne tebessüm ile başlayan, tökezleseler de doğrulmayı bilen, hayat dolu, sanat dolu, sevgi dolu kadınlar. Korkmadıklarından değil, korkularına rağmen yaşamaya devam ettikleri için cesurlar. Ancak şunu söylemem gerek, bu kitap kadın hakları bayraktarlığına soyunmaktan ziyade, sadece kadınlara değil, erkeklere ve geçmişteki aile yapısına bir saygı duruşu, biraz da geleneksel kadın-erkek ilişkilerine öykünme.
Sayım Çınar – Kitabı yazım süreciniz nasıldı? Neler yaşadınız?
Burçak Gönül – Yazmaya ‘dokuz-altı’ çalışma hayatım bittikten sonra başladım. Önceden iyi bir okur olmanın ötesinde edebiyatla ilgili değildim. Yazmaya ilk başladığımda, sadece anne tarafımdan yaşamıma dokunmuş insanların hikayesini anlatmayı hedefliyordum. En fazla yüz adet bastıralım, aileme bir anı olsun, çocuklarım bu hikayeyi bilsin, geride benden bir şey kalsın… Sonra farkettim ki yazmak, odaklanmamı ve üretken kalmamı sağlıyor. Aile dışından insanlar, eşim ve çok kitap okuyan bazı yakınlarım ilk taslakları okuduklarında beğendiler ve beni yüreklendirdiler. Sanatçı bir ailenin mühendis kızıyım. İş hayatım boyunca her şeyi planlı programlı yaptım. Romanda anlatılanlar gerçek yaşamlardan esinlense de, tamamen kurgu bölümler var. Yazarken bunların planlanmamıştım ama karakterler beni alıp bambaşka yerlere götürdüler. Başlarken sonunu bilmiyordum ve yazmak bu açıdan çok büyülü bir şey. Benim düşünceme göre, gerçek yaratma süreci de kesinlikle böyle plansız olmalı. Daha önce hiç bilmediğim bir alan olduğu için başlangıçta kitabı yayımlatmak konusunda çekimserdim. Ama herkes çok destek oldu ve sonunda bir baktım, kitap basılmış ve elimde duruyor! Sevgili babam, çağdaş Türk ressamlarından Zahit Büyükişliyen kitabın kapak resmini hazırladı. Onunla beraber bir eser ortaya çıkarmak da çok keyifli ve tatmin edici bir şey elbette. Öte yandan, kitap olarak basılsın veya basılmasın, anlatacak bir hikayesi olan herkes yazmalı. Yazmak bir tür terapi çünkü.
Sayım Çınar – Aysel’in bugününü anlatan bir bölümün ardından, 1920’lerde başlayan hikaye akmaya başlıyor. O yılları yazarken kimlerden yararlandınız?
Burçak Gönül – Falezlere Götür Beni- Aysel, farklı coğrafyalarda geçen bir dönem romanı olduğu için çok fazla araştırma yapmam gerekti. Kahramanların çoğu ne yazık ki artık aramızda değil ama o jenerasyona ait, o günleri hatırlayan kişilerle, başta Aysel’in eşi ve kardeşleri olmak üzere uzun uzun konuştum. Eski Antalya, eski Iğdır, eski Ankara’yı anlatan kitaplardan ve fotoğraflardan yararlandım. Eski Türk filmlerinin bazı bölümlerini tekrar izledim, eski şarkıları dinledim. Kısacası dönemi gerçekçi olarak yansıtmaya çalıştım. Bununla birlikte, bugünkü değerleri ve günümüz insanının geçmişi algılama biçimini de ortaya koymak istediğim için, kendi neslimden insanlarla da görüşmeler yaptım ve farkettim ki, bizim neslimizdeki insanların hemen hepsi geçmişe özlem duyuyor. Hani derler ya, “edebiyatçının işlevi evrensel olarak insanı, özel olarak da dönemini yansıtmaktır”; aslında dönem değişse de, insan evrensel olarak aynı kalıyor.
Sayım Çınar – Münir ailenin babası, Türk filmlerinden fırlamış gibi. Maço ama adil ve sevecen. Açar mısınız bu karakterin hikayesini?
Burçak Gönül – Münir az-öz konuşan, tutkulu, özgür ve sanatçı ruhlu bir adam. Saadet ise güçlü, korkusuz ve baskın, sorumluluk alan bir kadın. Onları birbirine yaklaştıran Saadet’in eril, Münir’in dişil enerjisi, hayatları boyunca çatışıp duruyor. Münir için pek maço denemez aslında, sadece öfkesini kontrol edemeyen bir erkek. Belki hayatındaki kadın farklı karakterde olsaydı, Münir bambaşka bir yönde evrilebilirdi. İdeal Türk erkeğine gelince… Günümüzde kadın giderek daha maskülen, erkek de daha feminen hale geldi. Sonra da dönüştürdükleri bu cinsi beğenmez oldular. Benim gözlediğim kadarıyla, günümüzde kadınlar, hatta genç kızlar, biraz maço erkek arıyor. Kaba, görgüsüz, kadın ruhundan anlamayan bir maçoluk değil elbette ama sahiplenen, kıskanan, erkeksi bir tavrı, aynı zamanda duyguları olan bir erkek. Ama bu zor bir kombinasyon. Dolayısıyla ideal Türk erkeği dediğimiz aslında hayallerde yaşayan bir erkek modeli.
Sayım Çınar – Günümüze geldiğimizde Aysel’in yeğeni Azra, bir hesaplaşma yaparak kendi başarısız ilişkilerini de sorgulama fırsatı buluyor… Azra karakterini kime benzetiyorsunuz?
Burçak Gönül – Azra, Aysel ile kontrast ve modern plaza kadınını sembolize eden bir karakter, biraz eski ben, biraz arkadaşlarım, biraz gözlemlerim… Kostümü, ışığı, dekoru, saçı, makyajı, önceden planlanmış, replikleri öğretilmiş, başarıdan başarıya (!) koşan kadınlardan biri. Çalkantılı aşk hayatları, çarpık ilişkiler, iktidar mücadeleleri, marka savaşları, estetik ameliyatlar, yüksek ökçeler, bir miktar gözyaşı ve sonsuz bir yalnızlık. Günümüz kadını kendinden bir şeyler bulabilir Azra’da.
Sayım Çınar – Kötü ilişkilerin sebebi sizce nedir?
Burçak Gönül – Kötü ilişkilerin sorumlusu sadece kadınlar veya tek bir faktör değil elbette. Geçenlerde bir yerde okudum, Aysel yaşlarında bir kadın diyor ki, “bizler kırılanı tamir eden, bozulanı onarıp kullanan bir nesildik, ilişkilerimiz de böyle, şimdiki gençler bir şey bozulunca atıp yenisini alıyor”. Aysel mutluluğunu kendisi inşa eden, onaran, çoğaltan bir kadın. Asla ‘susan’ bir kadın diyemeyiz, doğru zamanda ve doğru tarzda konuşan bir kadın demek daha doğru. Evliliğine dışarıdan bakıldığında eşi hep çok baskın ve feodal görünüyor ama aslında her şey, bütün hayatları Aysel’in istediği yönde şekilleniyor. Bence Aysel veya onun gibi kadınların en önemli başarısı, bir şeyleri değiştirmeye, dönüştürmeye çalışırken, kadınsı bir yumuşaklığı koruyarak, erkeğin doğasına saygıyla ve onu yücelterek ilişkiyi sürdürebilmeleri. Azra gibiler ise, “biz kadınlar çok güçlüyüz, erkeklerin yaptığı her şeyi yapabiliriz” diye bağıra çağıra sokaklarda veya evdeki partnerleriyle kavga ederek bir mücadele veriyor. Elbette, bu mücadeleler de olmalı, İstanbul sözleşmesine destek verelim, kadın haklarını sonuna kadar savunalım. Ama ben akıllı bir kadının eş ve anne olarak aile içinde gerçekleştireceği dönüşümün çok daha gerçekçi ve kalıcı olacağını düşünüyorum ve açıkçası Aysel’i bu konuda kendime bir rol model olarak alıyorum.
Karantina günlerinde yeni bir romana başladım
Sayım Çınar – Bu roman sizi yeni romana yaklaştırmış olmalı… Yeni bir roman yazıyor musunuz?
Burçak Gönül – Kitap henüz baskıya girmeden önce, karantina günlerinde yeni bir romana başladım. Oldukça sık seyahat eden, gittiğim yerlerde de turist gibi değil, gezgin gibi dolaşan bir insanım. İnstagramda “Ayağımın Tozuyla” adında bir hesabım var. Vize veya uçak bilgisi, mekan önerileri içeren bir seyahat bloğundan ziyade, gittiğim yerin kültürü ve insanlarıyla ilgili gözlemlerimi, bende bıraktığı duyguları yazdığım bir seyahat güncesi diyebilirim. Seyahatlerde yaşadıklarımı bir aşk öyküsü içinde harmanlayarak, modern bir külkedisi masalı yazıyorum şimdi. Güçlü, cesur ama kalabalıkların ortasında yalnız, gezgin bir kadın. Bu hikaye tamamen kurgu olduğu için çok daha özgür yazıyorum ve daha yaratıcı hissediyorum ama bir şeyler üretiyor olmanın verdiği mutluluk çok tanıdık.
Sayım Çınar – Son olarak, Aysel’in annesine olan öfkesi cesurca yazılmış. Anneler ve kızlarının çatışması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Burçak Gönül – Sayım bu konu öylesine karmaşık ki… Ben de dahil olmak üzere, hayatının bir döneminde annesiyle çatışma yaşamamış kız var mıdır bilmiyorum. Anne-kız rekabetinin başladığı bebeklik çağlarına, ergenliğe, Freud’a filan girmeyeceğim elbette ama çatışmalar doğru yönetilirse, sonraki yaşlarda anne-kız yakınlaşabiliyor, bir arkadaşlık ilişkisi kurulabiliyor. Hatta daha ileri yaşlarda, anne iyice yaş aldığında roller tam tersine dönüp, adeta annenizin annesi gibi olabiliyorsunuz. Hayatının bir döneminde, olgun yaşında bile bu çatışmaları sonlandıramamış pek çok kadın var, iç hesaplaşmalarını bir ömür içinde taşımak zorunda kalabiliyorlar. Aysel annesiyle çok zıt karakterde ve tam bir baba aşığı. Herkese karşı özverili, affedici, sevgi dolu olan bu kadın, annesinin kaybıyla bile içindeki bu çatışmaları bitiremiyor. Demek ki çok derinlerde, çok kuvvetli travmaları var, adeta bir tür nefret duyuyor annesine. Bence kaç yaşımıza gelirsek gelelim, anneyle doğru iletişimi kurmak, onu affetmek veya affedilmek için çok geç değil.