Fadik Sevin Atasoy Jülyet’in Yolculuğu ile yönetmen koltuğunda

Fadik Sevin Atasoy Jülyet’in Yolculuğu ile yönetmen koltuğunda yer alıyor. Sinema, televizyon ve tiyatro oyunculuğu ile bilinen Fadik Sevin Atasoy şimdi de yönetmenlik deniyor. Senaryosunu yazdığı Jülyet’in Yolculuğu adlı kısa metrajlı filmin yönetmenliğini de Fadik Sevin Atasoy yapacak.

Jülyet’in Yolculuğu filminin senaryosunu Fadik Sevin Atasoy yazdı. Jülyet’in Yolculuğu filminin görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak yapacak. Film, 40 santimlik bir porselen bebek metaforundan hareketle kadınların hikayesini anlatacak.

Fadik Sevin Atasoy farklı bir proje ile sanat dünyasında yer alacak. Neden mi? Antropomorfik üçleme olan projesinde Atasoy önce ‘Fadik ve Kırmızı Bavul’ adlı kitabını çıkardı. Ardından da ‘Muse’ adlı oyunla projesine devam etti. Üçlemenin son ayağında ise Jülyet’in Yolculuğu yer alıyor. 

İnsanlara ait özelliklerin başka varlıklara atfedilmesi anlamına gelen antropomorfik üçlemeye imza atan Fadik Sevin Atasoy, üçlemenin en son ayağı olarak kısa metrajlı bir film çekecek.

Fadik ve Kırmızı Bavul adlı kitabında Atasoy, genç bir kadının hem içinde hem de dışında yaptığı yolculuğun hikayesini anlatıyor. ‘Muse’ adlı tiyatro oyununda ise ilham vermek yerine kendi hikayesini yazmak isteyen bir esin perisinin çabası sahneye geliyor. 

Jülyet’in Yolculuğu nerede çekilecek

Jülyet’in Yolculuğu, Fadik Sevin Atasoy için ilk yönetmenlik denemesi olacak. Kamera arkasına geçecek olan Fadik Sevin Atasoy, “Şimdiye kadar hep kamera önündeydim. Bu yazıp yönettiğim ilk iş olacak.” dedi.

Filme, Kültür ve Turizm Bakanlığı destek oluyor. Filmin zaman diliminde kış mevsimi yer alıyor. Bu nedenle çekimlere önümüzdeki Aralık ayında İstanbul’da başlanacak. 

Jülyet’in Yolculuğu filminin konusu

Jülyet’in Yolculuğu filminin konusu ile ilgili bir açıklama yapan Fadik Sevin Atasoy, festivallere de katılacaklarını söyledi. Atasoy, Jülyet’in Yolculuğu filminin konusu için şunları söyledi: “40 santimlik bir porselen bebeğin hikayesini anlatacağız. Kaybolup elden ele değiştirilen bir bebek metaforu üzerinden toplumda kadının nasıl konumlandırıldığını ele aldık. Bebek içinde bulunduğu sosyal çevreyle özdeşleşiyor. Özdeşleştirilirken de her seferinde bir parçasını kaybediyor. Geriye bir tek kafası kalıyor. Ama kafası çok güzel bir şekilde değerlendiriliyor. ‘Kafan kalırsa hikayen daima anlatılır.’ diyoruz.”