Her birimiz üçüncü sayfa adayıyız
Altay Öktem “Yalan Yanlış Hayatlar” adlı romanıyla okurlarla buluşuyor. Şair ve yazar Altay Öktem aynı zamanda özel bir yayıncı da… Yalan Yanlış Hayatlar, onun son romanı. Ustalıkla işlediği önemli meseleler sayfalardan okurlara ulaşıyor. Romandaki karakterleriyle sıradana meydan okuyor. Altay Öktem’le onun roman evrenini konuştuk.
Sayım Çınar – Yalan Yanlış Hayatlar, tüm romanlarına baktığında nereye oturuyor? Polisiye yazmayı sürdürecek misin?
Altay Öketem – Aslında roman türlerinin iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Uzun zamandan beri köy romanı, politik roman, aşk romanı gibi adlandırmalar kullanılmıyor.
Kullanılmasına da gerek kalmadı. Öte yandan ‘polisiye’, ‘fantastik’, ‘yeraltı’ gibi eskiden edebiyatın merkezine alınmayan, kıyısında görülen türler ana akım içinde yer almaya başladı.
Yalan Yanlış Hayatlar’da evet, senin de söylediğin gibi polisiye unsurlar da var. ‘Urban novel’ denilen kent romanı sınıfına da girebilir. Kimi yönlerine bakarsak yeraltı edebiyatına da yakın. Özellikle romanın son bölümlerinde fantastik sayılabilecek öğeler de var.
Sonuçta anlatılan bizim hayatımız. Bizim mahallemiz. Biraz suç var, çoğu imkânsız olmak üzere aşklar var, üçkağıt var, son dönemlerde kaybettiğimiz o insani değerler ve vicdan da var. Biz varız. Romanın türü, aynı hayatımız gibi, karmakarışık.
Bu coğrafyada film gibi hayatlar yaşıyoruz
Sayım Çınar – Roman bir film tadında… Cinsiyetçilik, milliyetçilik ve ırkçılık konuları var. Karakterlerin üzerinden sert eleştiriler yapıyorsun. Bu romanın hikâyesi nedir? Yazmaya nasıl karar verdin?
Altay Öktem – Yıllardır biriktirdiklerimi sanıyorum bu romanla dışa vurdum. Bu romanı belki on yıl, yirmi yıl önce yazamazdım. Çünkü henüz yaşama, gözlemleme ve içselleştirme aşamasını tamamlamamıştım o zamanlar.
Şimdi geriye doğru baktığımda, yaşadıklarımı, duyduklarımı, gördüklerimi düşündüğümde, üstüne bir de kurduğum hayalleri kattığımda Yalan Yanlış Hayatlar çıktı ortaya.
Hepimiz film gibi yaşıyoruz bu coğrafyada. Bu filmlerin çoğu mutlu sonla bitmiyor. Milliyetçilik, cinsiyetçilik, ırkçılık bizim gerçeğimiz, kanımıza işlemiş durumlar.
Mahallenin bakkalı milliyetçi olsa şaşırır mıyız, sabahtan akşama kahvede oturanların kaçı cinsiyetçi değildir, çevremizde ırkçı olmayanları parmakla sayarız herhalde.
Var olan durumu yorum yapmadan ortaya koymaya çalıştım. Ama kahramanlarım ne düşündülerse, ne gördülerse onu söylediler, ne yapmak istedilerse onu yaptılar.
Üçüncü sayfa haberleriyle yaşıyoruz
Sayım Çınar – Aslında gazetelerin üçüncü sayfa haberleriyle yaşıyoruz. Biz nasıl geldik bu duruma?
Altay Öktem- Biz bu hale gelmedik, getirildik. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki tüm değerler altüst olmuş durumda. Toplumsal bir çöküş yaşıyoruz. Bu her şeye yansıyor.
Küçük bir çocuktum. Mahallenin bakkalından harçlığımla kola almak istedim. Bakkal “Çocuklara kola satmıyorum” demişti. Belki de o adam kesekağıdının dibine ağırlık koyup pirinci eksik tartan biriydi.
Ufak tefek hileler yapsa bile bir çocuğa zarar vereceğini düşündüğü şeyi satmazdı. Bugüne oranla daha masum bir dönemdi.
Kötülük yine vardı ama kötüler dışlanırdı.
Bugün kötülüğün normalleştiği bir dönem yaşıyoruz. Artık her birimiz üçüncü sayfa haberi olmaya adayız.
İnsan kendi eliyle kendini yok etme sürecinde
Sayım Çınar – Irkçılık son dönemde sıklıkla ele alınan konulardan biri. Örneğin ‘Küçük Muazzam Şeyler’de Jodi Picoult sade bir hikaye üzerinden büyük bir konuyu anlattı. Sen de romanında can alıcı meseleleri ustalıkla işliyorsun.
Altay Öktem – Irkçılık, şiddet, baskı… sadece ülkemizde değil, tüm dünyada yükseliyor. İnsanlık, insan olmanın yükünü taşıyamıyor. Çareyi de kendi ayağına sıkmakta buluyor.
Edebiyat bir itiraz ve direnme alanıdır. Verdiğin örnek çok kıymetli. Küçük Muazzam Şeyler, bu açıdan müthiş bir kitap. Küçücük bir hikâye üzerinden bütün bir insanlık halini gözler önüne seriyor.
Bu tür eserleri önemsiyorum. Çünkü edebiyatın düşündüğümüzden daha etkili olduğuna inanıyorum. İnsanın kendi eliyle kendini yok etme sürecini durduramasa da, en azından yavaşlatabilir.
En çok kara mizah yakışıyor bize
Sayım Çınar – Romanlarında mizah öğesi yer alıyor. Adalet artık şaka konusu bile olamayacak noktada.
Altay Öktem – Elbette mizahı ve özellikle kara mizahı seviyorum. Çünkü bize en çok o yakışıyor. Bir de, bu coğrafyada çok ağır şeyler yaşandı, hâlâ da yaşanıyor.
“Güleriz ağlanacak halimize” diye bir söz vardır ya, ben onu çok önemsiyorum.
Yeri geldiğinde kendi trajedimize gülmeyi beceremezsek eğer… Hem direnemeyiz, hem de kendimize zindan ederiz hayatı.
O yüzden de trajedilerin komik yanını, komikliklerin de trajik yanını ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Yazdıklarıma da onları yansıtıyorum.
Adaletin kendisi değil, adalet sözcüğü bile bir anlam ifade etmiyor artık. Sadece kantarın topuzu kaçmadı, kantar depoya kaldırıldı.
Diğer açıdan, eskiden de adaletsizlik vardı ama bunun karşısında, iyi kötü toplumun kendi adalet anlayışı da vardı. Yani mahalle baskısı doğru yönde de kullanılıyordu bazen. Şimdi mahalleler de bozuldu. Toplum topyekün çözüldü.
Yenilik risklidir
Sayım Çınar – ‘Popülerlik, ancak kendini tekrar edersen mümkün’ diyorsun. Bunun anlamı nedir?
Altay Öktem – Güvenlik, insanın en temel dürtülerinden biridir. Bu yöndenden de baktığımızda insan davranışları tekrarlı davranışlardır.
Bilinçsizce de olsa, eve giderken genelde aynı yolu takip ederiz. Gece hayatı çok yoğun kişiler bile genelde hep aynı mekânlara gider. Yediğimiz yemekten dinlediğimiz müziğe kadar hepsi üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Güvenlik alanımızı oluşturanlar hep bildiğimiz ve daha önce deneyimlediğimiz şeylerden oluşur. Yenilik risklidir. Hiç bilmediğimiz tehlikeleri barındırma ihtimali vardır.
Bunlar benim tespitlerim değil. İnsan psikolojisinin temel argümanlarından…
İnsan içgüdüsel olarak, alışkın olduğu, aynı melodilerin tekrarlandığı müziği, daha önce okuduklarıyla benzer bir dilin kullanıldığı, benzer temaların işlendiği kitapları kendine yakın bulur, onları kendi güvenlik alanı içinde görür.
Kulağının alışık olmadığı bir müziği dinlemek, alışkın olmadığın tarzda bir kitabı okumak risktir aslında.
Yeni bir maceraya atılmaktır, ki sanıldığının aksine çoğunluk macerayı sevmez. Bu açıdan popülizm kaygısı güdenler pek de hissettirmeden kendilerini tekrar ederler. Oysa sanat, bir yanıyla da arayıştır.
Sayım Çınar – Okurla nasıl bir ilişki kuruyorsun?
Altay Öktem – Bir kurgu kafamda olgunlaştığında roman kendini yazdırmaya başlıyor. Yazarken okuru düşünmüyorum demek yanlış olur, sadece bir tek okuru, yani kendimi düşünerek yazıyorum.
Sonuçta ben de bir okurum, elimden geldiğince hem edebiyatımızı, hem de dünya edebiyatını takip etmeye çalışıyorum.
Yazarken, bir okur olarak zevk alacağım, elimden bırakamayacağım bir roman yazmaya çalışıyorum. Bu da, okurla aramızda sağlam bir bağ oluşmasını sağlıyor.
Varoluş kaygısını aynı düzlemde yaşadığımız okurlarla, okur yazar ilişkisini aşan bir bağımız oluyor ki bu beni çok mutlu ediyor.