Kinyas ve Kayra sergisi

Hakan Günday’ın Türkçe yeraltı edebiyatında ilk örnek olarak gösterilen Kinyas ve Kayra için bir sergi düzenleniyor. Kinyas ve Kayra sergisi romana dair çizimlerin yer aldığı resimlerden oluşuyor.

Kinyas ve Kayra sergisi Galeri Işık’ta düzenlenecek. Hakan Günday’ın çok satan romanları arasında yer alan Kinyas ve Kayra 18’inci yaşını bir sergi ile kutluyor. 

Kinyas ve Kayra romanında iki Türk gencinin Afrika’da başlayıp Amerika’ya sıçrayan, oradan da Türkiye’ye uzanan sıradışı hayatlarını anlatıyor. Şiddet ve cinsellikle yüklü, hayatın kıyısında gezinen iki gencin yaşamları romanda yer alıyor.  Kinyas ve Kayra iki arkadaştır. Modern hayatın her bireyde olduğu gibi onlar üzerinde de uyandırdığı “basıp gitme” arzusunu gerçekleştirirler. Uyuşturucu satıp adam öldürürler. Şantaj onlar için sıradandır. O isimleri de kendileri seçmiştir zaten. “Kinyas ile Kayra”nın başından geçenler Hakan Günday’ın yeraltı edebiyatına kazandırdığı bir eser olarak okurlarla buluşmaya devam ediyor. Türkçe yeraltı roman tarzında ilk örnek olarak gösterilen Kinyas ve Kayra şimdi bir sergi ile okurlarla buluşuyor. 

Kinyas ve Kayra sergisi Teşvikiye’deki Galeri Işık’ta düzenlenecek. Kinyas ve Kayra okucularla onsekiz yıl önce buluşmuştu. Doğan Kitap ve Hepsiburada’nın işbirliği ile Kinyas ve Kayra şerefine özel bir sergi düzenliyor. 

Kinyas ve Kayra 18 Yaşında sergisi Emre Orhun’un çizimlerinden oluşuyor. Emre Orhun, resimlediği romanın çizimlerinden oluşan sergi romanla ilgili okurların zihinlerinde yeni boyutlar oluşturuyor. 

Çizimler kitaba özel hazırlandı. Romanın tüm kurgusunu gözler önüne seren 265 resim arasından seçilen yaklaşık 70 eser sergileniyor. Resimlerin seçiminde Hakan Günday da bulundu. Emre Orhun resimleri çini mürekkep ve scretch board tekniği kullanarak yaptı. 

Sergi, 27 Kasım-9 Aralık 2010 tarihleri arasında Galeri Işık Teşvikiye’de açık olacak. 

Kinya ve Kayra romanını merak edenler için ilk iki sayfasını aşağıdı tadımlık olarak veriyoruz. 

Kinyas ve Kayra romanından birinci sayfa

Asansör dördüncü katta durdu. Kapısında 17 yazan daireye girdik. Tahmin ettiğim gibi evde çok az mobilya vardı. Salonun duvarları fotoğraflar ve afişlerle kaplanmıştı. Ortada, eskiciden alınmış izlenimi veren ceviz yemek masası, ucuz barlarda çıkması muhtemel kavgalarda hasarı önlemek amacıyla yere çakılmışçasına duruyordu. Ve dört adet çelik sandalye tarafından kuşatılmıştı. Yerlerde yüzlerce içki şişesi parkeyi bir hali gibi kaplıyordu. Kapalı perdelerden, pencerelerin çok uzun zamandır açılmadığı anlaşılıyordu.

Zaten havaya hâkim olan keskin alkol ve tütün kokusu da bunu gösteriyordu. Masanın üstündeki boş ve dağınık kâğıtlar, cesetler gibi, birileri tarafından toplanmayı bekliyordu. Ve salondaki en değerli eşya kâğıtların yanında duran, üç ayrı köşedeki abajurun ışığıyla hayat bulan, olduğu yere kendini hiç de ait hissetmeyen ve benim çok eskilerden hatırladığım altın kaplamalı dolmakalemdi. Hareketsiz, bir süre ayakta kaldıktan sonra oturmam’ işaret etti. Çelik sandalye parkede, yıllar önce üstünde birbirimize hayatı anlattığımız salıncağınkine benzer bir ses çıkardı.

O da karşıma oturdu. Arabadan beri hiç konuşmamıştık ve hâlâ sabahın dördünün, o insana kendinden başka kimseyi dinletmeyen sessizliği evi işgal ediyordu. Ayağının yanında duran bir votka şişesini alıp masaya koydu. Gülümsedi. ikimizin de Absolut’le ilgili hikâyeleri vardı. Ve o an, birbirimizi ne kadar uzun zamandır tanıdığımızı düşündüm. Yaptıklarımızı, yolculuklarımızı, kavgalarımızı, her şeyi… Sol elini beline doğru götürdü. Ceketinin arkasında kaybolan eli sandalyelerle ayni parlaklıkta olan bir cisimle geri döndü. Dirseği masada, bana doğrulttuğu bu çelik, içinde 38 kalibrelik yaralama ve ölümler besleyen, Smith ve Wesson ismindeki adamları fazlasıyla zengin etmiş, kısa namlulu bir altıpatlardı.

Kinyas ve Kayra romanından ikinci sayfa

Çünkü tabancanın topunda sarı sarı tebessüm eden kurşunları görebiliyordum. Zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır. Öldüren ishalin, sıtma sıcağının, Azrail’in dişlerinin sarısı…Aklımdan geçenler bunlardı, ancak şaşırmam gereken bir durum vardı karşımda. Yirmi yıldan fazla bir süredir olmamasını sağlamaya çalışıyordu. O da, ben de yıllardır hiçbir yaşayabilecekleri bir sahneyi, ağlarını bininci kez tamir eden balıkçıların yorulan kolu ve dolayısıyla silahın namlusu alnımdan kalbime inmişti. dir tanıdığım biri alnıma doğru silah uzatmış ve ölümümün doğal yol şeye şaşırmadığımız için herhangi iki insanın ter banyoları içinde yaşasakinliğiyle oynuyorduk. Masadaki votka şişesini kendime çektim. Kalbimin attığı yer olarak hesapladığım bölgenin önüne getirdim.

Çünkü yorulan kolu ve dolayısıyla silahın namlusu alnımdan kalbine inmişti. Ve ben, acaba Absolut şişesinin patlama sesini duyabilecek kadar zamanım olur mu, diye düşünüyordum. Aklımızdan geçenler birbirimiz için çoktan birer broşür haline geldiğinden, ufak oyunumu anladı ve kendine has sırıtışıyla namluyu tekrar alnımın hizasına getirdi. Suratımdaki bıkkın ifadeyle ben de koca bir yudum almak için şişeyi ağzıma dayadım.

Bir zamanlar, Absolut şişelerinin değişik modellerinin toplandığı bir katalog görmüştüm. Ve dünyada kendine böylesi gereksiz işler yaratabilen insanlar varken neden bu denli işsizlik var, diye düşünmüştüm. Çünkü bir şişe ister kadın, ister kova şeklinde olsun, muhakkak bir deliğe sahip olması gerekiyordu… Ve biliyordum ki, gerçekte işe yarayan tek kısmı da oydu… Şişenin dibinden şekilsizleşmiş komik yüzünü seyredip tekrar votkayla yıkadım boğazımı. Gözbebeklerimi bulmaya çalışıyordu.

Ama siyah gözlerim buna hiçbir zaman izin vermemişti. Sağ elini masanın ortasına bıraktığım şişeye uzattı ama sonra aklına birden kötü bir hikâye gelmiş gibi geri çekti. Saatin sabahı kovaladığı ve yakalamasına çok az kaldığı bu zamanda içinde bulunduğumuz durum için bir açıklama beklemem gerekirdi. Ama beklemiyordum. Hayatımın öyle bir dönemini yaşıyordum ki, hiçbir şeyi beklemiyor ve merak etmiyordum. Ama yine de, normalde sinir bozması gereken pozisyonun anlamını öğrenmek istercesine, yüzüme bilgiye aç bir çocuk ifadesi yapıştırdım… Yutkundu ve konuşmaya başladı. Sesi sıcak, geceyi üzmeyecek kadar kısık ve beni üzmeyecek kadar da dürüst çıkıyordu.

Yavuz Rençberler
Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.