Su katılmamış taşralıdan Nuri Bilge Ceylan’a tazminat davası
Nuri Bilge Ceylan “Su katılmamış taşralı” içerikli mektubu Ahlat Ağacı filminde izinsiz kullandığı için yazar Polat Onat tarafından mahkemeye verildi. Polat Onat 40 bin TL tazminat istiyor.
Su katılmamış taşralıdan Nuri Bilge Ceylan’a tazminat davası açıldı. Ödüllü yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Ahlat Ağacı’nda kullandığı bir edebi metin için izin almadığı gerekçesi ile aleyhinde tazminat davası açıldı. İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde açılan davaya konu olan edebi metnin başlığı “Su Katılmamış Taşralı”.
Su Katılmamış Taşralı başlıklı edebi metnin yazarı Polat Onat, Nuri Bilge Ceylan ve Ahlat Ağacı’nın yapımcısı Zeyno Film Yapım şirketine karşı açtığı davada tazminat olarak 40 bin TL istedi.
Ancak bir dava daha geleceğe benziyor. Çünkü Polat Onat, filmde kendisine yönelik kullanılan şu cümleden de rahatsız olduğunu söylüyor: “Her insanın bir sabrı vardır. Taşralının bile” … Bu cümlenin ardından filmde ‘Polat Onat’ın utandığı için konuşmaktan korkan taşralı’ olarak tanımlanmasını da kabul etmediğini söylüyor.
Su Katılmamış Taşralı mektubu filmde kullanıldı
Haberin başlığındaki “Su katılmamış taşralı” mektubun başlığı. Yoksa bizim kimseyi “su katılmamış taşralılıkla” ithaf ya da tespit ettiğimiz bir durum söz konusu değil.
Bu davanın ayak sesleri önceden gelmişti. Yazar Polat Onat, 2013 yılında Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşen Taşra ve Edebiyat Sempozyumu‘na konuşmacı olarak davet edilmişti.
Polat Onat’ın davete katılmayı red etmesiyle ilgili Mesut Varlık’a gönderdiği ve yayınlanan mektubu Ahlat Ağacı filminin bir sahnesinde kullanılmıştı. Filmde bir tartışma sahnesinde kullanılan metin şimdi davaya konu oldu.
Filmin başrolündeki yazar adayı Sinan (Doğu Demirkol), Çanakkale’de girdiği bir kitapçıda ünlü yazar Süleyman (Serkan Keskin) ile karşılaşır. Aralarında geçen bir tartışmanın merkezinde bir mektup yer vardır.
Bu tartışma sırasında Polat Onat’ın mektubundaki ifadeler filmde ayrıntılı olarak okunuyordu.
Filmin o sahnesinde tartışmadaki ikinci kişi Süleyman (Serkan Keskin), yazarı yani Polat Onat’ı eleştiren şu cümleleri söylüyordu: “Fazla önemsediği bir topluluk karşısında utandığı için konuşmaktan korkan, bu zayıflığını kabul etmek zorunda kalmamak için de bu eksikliğine felsefi bir kılıf uydurmaya çalışan toy bir gencin çırpınışları”
Polat Onat’ın mektubu ilk kez Varlık dergisinin 1271. sayısında Ağustos 2013 yayımlanmıştı. “Taşra ve Edebiyat” sempozyumu sonrasında Mesut Varlık tarafından Edebiyatın Taşradan Manifestosu adlı kitap hazırlanmış içinde de bu mektuba yer verilmişti.
Polat Onat’ın Su Katılmamış Taşralı mektubu
Nuri Bilge Ceylan’a karşı tazminat davası açılmasına neden olan mektubun tamamı ise şöyle:
Değerli Mesut Varlık bey,
Benim için hoş bir sürpriz oluşturan, büyük onur ve mutluluk duyduğum bu sempozyum daveti için öncelikle çok teşekkür ederim.
Bu nazik jestiniz karşısında, müsaade ederseniz, sempozyumunuza neden katılamayacağım hususunu biraz ayrıntılandırarak anlatmak ve taşra kavramı hakkında bazı fikirlerimi kısaca paylaşmak istiyorum.
Yazma serüvenime ciddi anlamda başlamadan önce kendime bir yol haritası çizdim, belirlediğim bazı hususları prensip edinme gereği duydum. temel mantık olarak, çoğunluğun yaptığı şeylerin tam aksini yapma motivasyonuna dayanan bu maddelerin hepsini burada tek tek anlatarak başınızı ağrıtmak istemiyorum. İzniniz olursa konumuzla ilgili olanlara kısaca değineyim:
Birincisi: “Hayatım boyunca hiçbir edebiyat dergisinde şiir ya da öykü yayımlamayacak, ürünlerimi sadece kitap halinde paylaşacağım.” müstakil bir yazıyla, bu kararımın farklı nedenlerini uzun uzun anlatmam elbette mümkün.
Tek bir cümleyle açıklamam gerekirse; en görünür olma yolunun farklı yöntemler denemek olduğunu, herkesin gittiği garanti yolu tercih etmektense az kişinin tercih ettiği riskli yolu tercih etmenin edebiyat açısından farklı bir ufka yaklaşmaya vesile olabileceği gibi tuhaf bir düşünceyi (yoksa kuruntu mu demeliyim?) kabullenmem olduğunu varsayabiliriz.
Tabii ki ayırdındayım, bu yolu uygulayıp da başarıya ulaşan yazarlar yok denecek kadar az.
Ama işin merak uyandırıcı dolayısıyla ilgi çekici yönü de bu. hayatta değil ama edebiyatta riski seviyorum. Normal bir başarı yerine görkemli bir hezimeti daha tercih edilebilir mahiyette bulmuşumdur hep.
İkincisi: “Hiç kimse ile sanatsal birlikteliğe, kolektif akıma, ortak projelere, takım çalışmasına girmeyeceğim ve benzeri bir grup oluşumuna asla katılmayacağım.” sanatın en temel motivasyonunun bireysellik, hadi daha iddialı söyleyeyim mutlak yalnızlık olduğu kanısındayım.
Mantıklı açıdan bakan birisi, Türk ve dünya edebiyatından yığınla örnekler vererek benim bu savımda ne kadar haksız olduğumu rahatlıkla kanıtlayabilir kendince.
Ancak zamanın ötesine kalabilmek için büyük bir avantaj oluşturan bu faktörleri, şayet karşılaşırsam bilinçli olarak reddetmeyi tercih ederek, kendi dikenli yolumda sevinçle sürünmeyi devam ettirmek kararında sonuna dek ısrarlı olduğumu bu vesile ile vurgulamak istiyorum.
Üçüncüsü: “Ölene dek hiçbir imza gününde, şiir dinletisinde, kitap fuarı etkinliğinde, panelde, sempozyumda katılımcı olarak yer almayacağım.” kabul ediyorum, tamamıyla mantıksız, hiçbir tutarlı dayanağı olmayan bir prensip bu.
Edebiyat netice itibariyle; okurlara ulaşmak, mümkünse kavuşmak, onlarla düşünsel açıdan bütünleşebilmek için yapılan bir sanatsal çalışma.
Bu bahsi geçen sosyal etkinlikler de doğası itibariyle yeni okurlarla etkileşime geçebilmek için önemli bir fırsat barındırıyor.
Ama samimi olmak gerekirse; ben kendi egomu ve kişiliğimi geri planda silikleştirerek, salt ortaya koyduğum yapıtlar vasıtasıyla bir etki oluşturabilmeyi çok daha kutsal ve değerli addediyorum.
Bu söylediklerimi saçmalık olarak nitelemesi muhtemel kimi sanatçılara ise büyük saygı duyduğumu, ama en ufak bir sevgi emaresi hissetmediğimi müsaadeniz olursa burada ayrıca ifade etmek isterim.
Şöyle bir durup baktığımızda, yukarıdaki satırlarımda dillendirdiğim olguların hemen hepsinin yoğun bir taşralılık kompleksinin dışavurumu olduğunu iddia etmek de elbette mümkün.
Hayatım boyunca ben taşramı her zaman yanımda taşıdım. Benim taşram içinde yaşadığım odamdır. Kanımca taşra kavramı, mekânla sınırlanamayacak bir zihinsel algı biçiminin farklı varyasyonlarını tanımlayıp sınıflandırmadan somut olarak teşhis edilemez.
Taşra olgusu, zihinsel olarak güçlü bir kısıtlanmışlığın tezahürünü, sınırları belirsiz muğlak yalıtılmışlıkları bünyesinde yoğun olarak barındırıyorsa gerçek manasına kavuşur.
Ben su katılmamış, has bir taşralıyım! Yoksa böyle değerli bir davete nasıl icabet edilmez ki? Bunu ancak bir taşralı yapabilir! Oraya gelip taşra hakkında görüşlerimi sunsaydım, kimliğimin önemli ve zavallı bir parçası olan taşralılığımı kaybedecektim. Bunu asla göze alamam!
Polat Onat
20.03.2013 / Batman