Bu oyunu seyrederken bunaldım kaçmak istedim

Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com

İstanbul’da yeni tiyatro gruplarının, niş oyunlarını ve amatör ruhlu ama kabiliyetli oyuncularını seyretmek için olanaklarımız çok fazla. Geçen akşam, yeni kurulan gruplardan PoPuP Tiyatro Topluluğu’nun oyununu seyrettim.

Bu oyunu seyrederken bunaldım kaçmak istedim. Doğru okudunuz. Kimi zaman sevmediğimiz sıkıldığımız bir oyun olduğunda dışarı kaçmak istemez miyiz?

Oyun sırasında çıkmak saygısızlık ya da ayıp olur deyip, antraktı beklediğimiz olmaz mı? Olur elbette.

Umduğunu bulamazsın, beceriksiz bir oyuncu kadrosu ya da yeteneksiz bir yönetmenin elinden çıktığı belli bir oyunda koltuğa hapsolduğumuzu hissetmez miyiz? Hissederiz elbette.

PoPup Tiyatro Grubu’nun “Yedi – VII” adlı oyununu seyrederken bunaldım kaçmak istedim.

Ama o akşam salondan kendimi dışarı atma isteğim bunlardan biri değildi. Ne miydi? Anlatayım.

PoPuP Tiyatro Topluluğu yeni bir grup. İlk oyunu “Yedi – VII” ile tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Ünlü değiller. Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu mühendis arkadaşların kurduğu bir tiyatro topluluğu PoPuP. Üniversite tiyatrosunda birlikte oynamışlar, tiyatro aşkları o yıllarda birleşmiş.

Oyunu büyük bir sıkıntı içinde, afakanlar basa basa izledikten sonra üstüne bir de oyuncularıyla, yönetmeniyle, yazarıyla oturup sohbet ettim. Olacak şey mi? Onu da yaptım.

Yedi büyük günahın oyunu

Oyunu izlerken gözlerim kapıyı aradı. Tek perdelik olduğu için antrakt da yok. Kapıyı bulmam için sahnenin ortasından geçmem gerekiyor. Burası bir cep tiyatrosu çünkü. Salonda sıkışıp kaldım. Dilim damağıma yapıştı. Acıktığımı hissettim. Stresten önüme ne gelse yiyecek gibi oldum… Hatta bir an oyunda masa üzerinde duran pırasa, kabak, maydonoza saldırasım geldi.

Ama benden önce davranan biri vardı. Maydonoza öyle bir saldırdı ki… Ağzına tıkıştırdı. O da aç kalmıştı. Üstüne buzdolaptan bulduğu bütün alkolleri dikti… Bize de bu sahneleri delirerek izlemek düştü.

Oyun aslında tek kişilik. Ama son sahnede bir kişi daha kısa rolüyle eklendiği için afişte “iki kişilik oyun” yazıyor.

Oyunla ilgili değerlendirme geçmeden önce bir mutluluğumu paylaşayım. İstanbul’da tıpkı Avrupa’daki gibi küçük cep tiyatroları çoğalmaya başladı. Bunlardan biri de hemen hırdavatçıların bulunduğu Karaköy Perşembepazarı’ndaki “İkinci Kat Sahne”… kuranları, işletenleri gönülden alkışlıyorum.

Yazıyla “Yedi” Roma rakamı ile “VII”… Yanyana “Yedi – VII”… Oyunun adını okuyorum. Neyi anlatıyor?  Yedi büyük günahı. 

PoPuP Tiyatro Grubu, “Yedi – VII” adlı oyunu ile seyirciyle buluşuyor.

Salih Coşkun yazıp yönetiyor. Volkan Sümbül onuyor. Oyunun son sahnesinde Salih Coşkun da karşımıza geliyor. 

Yazımın başlığında ve girişinde “Bu oyunu seyrederken bunaldım, kaçmak istedim” dedim. Aynı cümleyi, oyun sonrası sohbet ettiğim Volkan Sümbül ve Salih Coşkun’a da söyledim ki daha tanışır tanışmaz… Halile suratlı düştü. “Beğenmediniz yani?” tespitli sorusunu düşürdüler dudaklarından. Bense güldüm… Bir an anlamadılar söylediğimi. Haklılar. Hiç tanımadığınız biri üstelik de yazmak üzere oyunu izlemeye gelmiş ve bu cümleyi kuruyor… 

Şaşırdılar… Ama az sonra anlatacağım tespitlerimden sonra rahatladılar. Neler mi anlattım? 

Evde iki gün çaresiz

Oyun, rezidanstaki evinde sabaha donuyla (hadi İngilizce yazalım boxer) uyanan beyaz yakalı adam Erkan Altuni (yakasını o an görmüyoruz ama sahnedeki takım elbise, masadaki laptop vs o işareti veriyor) az sonra neler yaşayacağını elbette bilmiyor. Karısı (ey okur lütfen ‘karı’ kelimesine takılma; karı koca diyoruz, oradan alıntıdır) iki çocuğunu da alıp evi terk etmiş, ileriki dakikalarda öğreniyoruz. Oyunun detaylarına girmeyeceğim.

Kadın giderken yanında sadece çocukları götürmemiş. Adamın hayatla olan bağı olan teknolojiye dair iletişimini kesmek için şarj cihazlarını almış. Ne cep telefonu ne laptop işe yaramaz hale gelmiş. Kapıyı kilitlemiş, anahtarı almış. Sözün kısası adam evin içinde hapis hayatı yaşamaya başlıyor. İki gün kadar yaşadığı hapis hayatına seyirciyi ortak ediyor. 

İşte o ortaklığı öyle iyi yapıyor ve öyle iyi oynuyor ki beni afakanlar basıyor. O evin içinde hapis kalan sanki benim… Telefonsuz, bilgisayarsız… Yemek yok su yok… Sadece dolapta arta kalan pizza parçaları ve bir kaç tane zerzavat. Kabak, pırasa, maydonoz vs.. 

Bu oyunu seyrederken bunaldım kaçmak istedim.

Ben de o evde hapis kaldım

Gözlerim çıkış kapısını arıyor. Kaçıp gitsem, sahnenin ortasından geçmem lazım. Bana ne sen kalırsan kal evinde, diyorum. Ama ben de çıkamadığım için onunla birlikte hapis kalıyorum. Bizi iki günlük ev hapsine öyle bir ortak ediyor ki Volkan Sümbül, oyun bittiğinde uzun uzun alkışlıyorum. 

Oyundaki hissi seyirciye geçirmek, aktarmak öyle her oyuncunun harçı değil. Meşhur değiller. Ama tiyatro aşkları var. Titizler. Metin sağlam. Espriler, sosyal tespitler, psikolojik tahliller, iş hayatına dair ilginç anektodlar havada uçuşuyor. Siz istediğinizi alın koyun cebinize. 

Tiyatro sevdalılarına son sözüm; gidin seyredin. PoPuP Tiyatro Topluluğu’nu da bir kenara not edin. Gelecek yıllarda bu topluluğun adını çok sık duyacaksınız. 

Yazar ve yönetmen Salih Coşkun’a bir öneri ve not: 

Erkan Altuni’nin karısının notunu bulma anını daha vurucu ve daha ince detaylı bir şekilde ele alın. Notu yastığın altında bulma anı çok hızlı olduğundan o sahnede gözünü kırpan seyirci detayı kaçırabilir… Daha yavaş yedire yedire o zarf ortaya yastığın altından çıkabilir. 

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.