Sen gidersen ben ekstra güzelleşeceğim Nilgün Bodur

Jale Şen
Bir yanda beyaz perde öbür yanda siyah ekran. Gelsin filmler, gitsin diziler. Onun için hayat kameranın önünde yaşanır. Hayatın sahnesi kameranın önünde kurulur. O yaşananları da keyfince yazar, eleştirir, beğenir, beğenmez… İletişim: jaleshen@gmail.com

Sosyal medyada alay konusu olan bir kitap var. Daha doğrusu bir yazar. Nilgün Bodur vakasına mercek tutalım.

İki gündür sosyal medyada bir ‘Nilgün Bodur’ furyası var. Nilgün Bodur, üst üste pek çok kez baskılar yaparak büyük satış başarısı yakalayan  ‘Sen Gittin ya Ben Çok Güzelleştim’ adlı kitabın yazarı.

Büyük marketlere gittiğinizde ‘kabartma tozu ve vanilyaların’ hemen yanındaki raflarda rastlayabileceğiniz, son yıllarda ‘kişisel gelişim’imize ‘fazlasıyla faydalı’ olan kitaplardan birinin sahibi.  

Ayrıca sosyal medya özellikle de Instagram üzerinden de sürekli güzellik videolarıyla birlikte ‘’bana bırak diyen kuaföre gitme, herkese canım diyene güvenme, reflün varsa asla soğan yeme (bunlar kendisinin kitabından, uydurmuyorum, bunlar kitapta var)’’şeklinde tavsiyeleriyle de ‘izleyicilerine faydalı öğütlerde  bulunuyor’ Nilgün Bodur.

Şimdi, 1945’te Nazi Toplama Kampı’nda hayatını kaybeden, öncesinde Nazi işgali altındaki Amsterdam’da bir ofisin tavan arasında 2 yıl boyunca ailesiyle birlikte kalan ve bu esnada bir günlük tutan Yahudi kız (Anne Frank’ın Hatıra Defteri adlı siyah beyaz bir filmi de var) Anne Frank’in Hatıra Defteri’nde yer alan bir cümleye, kelimelerin yerini değiştirerek kendi kitabında yer vermesiyle sosyal medyada milletin diline düştü!

Bunun üzerine Bodur, dün uzunca bir yazı yayınlayarak bu sözün anonim bir söz olduğunu ‘sandığını’ ve ayrıca kendisinin de zaten ‘edebi’ bir eser yazma amacında olmadığını, kitabına koyduğu metinlerin ‘alıntı’ olduğunu, bunların altına ‘imza atmış’ olmanın ‘kendisine ait’ olduğunun göstergesi olamayacağını iddia etti!

Okura yalan söyledi

Yaptığı açıklamalarda zaten ‘mantıklı’ bir yan bulunmayan Bodur’un kaçırdığı bir nokta var ki, kendisi çok satan bir kitabın yazarı olarak, bu kitabı para verip alıp okuyan insanlara yalan söyledi.

Alıntı olan her ne ise altına ‘alıntı’ olduğu ve ‘kimden alıntı’ olduğu yazılır. Bu daha sonra ortaya çıkıp da milletin ağzına düşünce ‘ben öyle sanıyordum, böyle sanıyordum’ şeklinde beyan yapılmaz.

Hadi sen öyle sanıyordun peki kitap baskıya verilmeden önce editör kitabı okumuyor mu? Yayınevi kitabı yayına vermeden önce içine açıp bakmıyor mu? Ki zaten Destek Yayınları sahibi Yelda Cumalıoğlu sosyal medya üzerinden ‘cahillere kahkahayla gülüyorum (cahiliz, keşke ölsek)’ şeklinde bir tweet paylaştı.

Bütün bunların yanı sıra aslında burada esas olan başka bir durum var. Nilgün Bodur veya bir başkası, kişinin önemi yok aslında burada, ‘durum’ önemli!  ‘Yapılan hatayı kabul etmeme’ durumu…

Hatalarımızı kabul etmiyoruz

Yakalandığı anda ‘inkar’ etme, kıvırma hali artık çokça rastladığımız, hatta kanıksadığımız bir şey. Öyle kanıksanmış ki hatta ‘normal olan davranış’ alkışlanır hale geldi. Halbuki o zaten ‘olması gereken!’ Bir kitap çıkartırken, film yaparken ya da herhangi bir şey ortaya koyarken ‘allayıp pulluyorsak, insanlar bu ortaya konana ‘inanıp’ sahipleniyorsa, esas kişilerin yani bu eserleri ortaya sunanların da ‘hatasıyla, sevabıyla’ durumun ‘arkasında’ durması gerekir, vücut olarak değil manen arkada durmaktan bahsediyorum elbette!

Artık ne yazık ki hatalarımızı kabul etmiyoruz. Yüzümüze vurulduğunda dahi ‘meyve veren ağaç taşlanır’ minvalinde cümleler kurabiliyoruz. Ve bu cümleleri kurarken yüzümüz kızarmıyor, sesimiz titremiyor. Daha da ileri gidip ‘ne kabul edeceğim, sanki başkaları yaptıkları hataları kabul ediyor mu?ya kadar vardırıyoruz kendi sahte haklılığımızı savunmayı.

Bir de başka bir durum ekleniyor bu halin peşine , o da apayrı bir ‘yumuşama, yumuşatma’ hali ki çok gereksiz; ‘ama siz de çok yüklendiniz canım…’  Şu unutuluyor ki bu noktada da, ‘yanlış yapanın hatası su yüzüne çıktığında (ki burada çok belli neyin ne olduğu) kişi ‘hatasını kabul edip özrünü dilese’ her şey bitecek!

Sosyal medyada alay konusu

Artık, olayın özür kısmı gerçekleştikten sonra insanlar yüklenmeye devam ederse olay orada çirkinleşmeye başlar ki ne yazık ki hala öyle bir özür açıklaması gelmediğinden dolayı Nilgün Bodur sosyal medyada alay konusu olmaya devam ediyor.

Ama özür dilerse de şunu düşünüyor ki bununla ilgili açıklama yapmak zorunda, sorumluluğu üstlenmek durumunda kalacak. Halbuki utanmak, özür dilemek, sorumluluk üstlenmek bunlar ‘iyi’ şeyler.

Bunları kaybetmeye başladığımızdan beridir ki artık ‘hata yapan değil, hatayı yakalayan, ortaya çıkartan suçlu’ konumuna düşmeye başladı! Kaldı ki burada emek çalmak (ki esas kişinin ölmüş olması hiçbir şeyi değiştirmez), yalan söylemek, haksız yere okuyucunun parasını almak (kitap fiyatlarını da hesaba katmak lazım değil mi), okuyucuyu salak yerine koymak, hatayı kabul etmemek ve sonunda özür dilememek hepsi bir arada. Üstüne de ‘ben zaten edebi eser yazmak gibi bir niyette değilim’ şeklinde bir açıklama da yapılarak meseleye tüy dikiliyor!

Kendim de dahil bunu hepimiz için söylüyorum; bir rahatlayalım artık, bir ‘duralım’. Aslında esas olarak hepimizin bir ‘durmaya’ ihtiyacı var. Hepimiz her şeyi yapmak, birbirimize bir şey kanıtlamak zorunda değiliz. Hata da yapalım ama özür dilemesini de bilelim. Kendimiz için niye hayatı bu kadar zorlaştırıyoruz ki…Hata da, özür de, iyi de kötü de bize ait.

Bırakalım da hayat olduğu gibi akıp gitsin.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.