Aristo’nun kentinde Assos Felsefe Günleri

06.08.2015
A+
A-

Tarihin en ünü filozoflarından Aristoteles’in yaşadığı ve felsefe eğitimi verdiği tarihi kent Assos’ta 2000’den beri devam eden uluslar arası felsefe toplantıları bu yıl da yapıldı.

Yılda iki kere gerçekleştirilen buluşmaların yaz bölümünü 6- 9 Temmuz 2015 tarihleri arasındaydı. Assos Felsefe Günleri’ni takip eden felsefe öğretmeni Serbun Behçet, 724kultursanat.com için yazdı. Katılmak isteyenlere rehberlik edecek bir yazıyı sizinle paylaşıyoruz.

Toplantılara, üniversitelerden felsefe hocaları, felsefe öğrencileri ve alan dışından felsefeyle ilgilenenler katılıyor. Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Türkiye’nin önde gelen akademisyen felsefecilerinin konuşmacı olarak katılıyor. İngilizce gerçekleştirilen ve uluslararası olan yaz toplantıları dört gün sürüyor.

 

assos_felsefe_gunleri_serbun_behcetSerbun Behçet’in yazısı:

 

Assos Felsefe Günleri – 6 Temmuz 2015

“Felsefe, uçsuz bucaksız, her şeyi sorgulayabilen, sınır tanımayan yaratıcı bir düşünce, sezgi ve duygu dünyasıdır. Ne yazık ki günümüzde felsefe, düzenin de zorlamasıyla, giderek kuru bir akademik disiplin haline dönüştü, felsefe tutkusunun yerini akademik kariyer kaygısı almaya başladı. Sorunumuz “akademi” kavramıyla değil, “kariyer” kavramıyla, felsefenin sadece bir kariyer nesnesi olarak algılanmasında. Filozofların, felsefe tutkunlarının yerini “felsefe memurlarının”, felsefi yaratıcılığın yerini sadece “uzmanların” almasından, felsefenin bir meslek dalı gibi algılanmasından, akademik ünvanların bir araç olmaktan çıkıp bir amaca dönüşmesinden, kişiliklerin, yeteneklerin ünvanlarla ölçülmesinden ve özdeşleşmesinden, ünvanların yazılanlardan, söylenenlerden, düşünülenlerden daha önemli hale gelmesinden, kısacası, felsefenin ruhuna, çıkış noktasına aykırı, felsefeye yönelik gayrıciddi, yüzeysel ve şekilci yaklaşımlardan kaygı duyuyoruz.”

Bu alıntı Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin,  on beşinci yılına giren Assos’ta Felsefe etkinliğiyle ilgili tanıtım yazısındandı. Felsefeye yönelik bu yerinde kaygıları dile getiren ekip, yaz aylarında İngilizce, kış aylarında ise Türkçe olarak Assos’ta Felsefe etkinliğini düzenliyor.

Etkinlik Behramkale’de, Athena Tapınağı’nda yapılan açılışla başladı. Athena tapınağının büyülü atmosferinde şarap içip Saros Körfezi’ni ve batan güneşi seyretmek açılışı başlıbaşına bir ayrıcalık haline getiriyordu. Anlaşılan bu ayrıcalıktan yararlanmak isteyen yalnızca biz konferans katılımcıları değildik. Elinde şarap kadehi, sohbet edip gezinen birçok kişiyi konferansta görmedim. Hatta geceleyin uyku tulumlarımızla gelip gündoğumunu tapınakta karşılamak konusunda beni ikna eden bir “katılımcı”yı bir daha hiç görmedim. Anlaşılan bedava şarap kimi tapınak ziyaretçilerini cezbetmişti.

Tanışmak zor oldu

Tapınaktaki tanışma toplantısından sonra Behramkale’de bir otelde yemeğe geçildi. Ben buna katılmadım. Tanışma toplantısı ile ilgili söylenebilecek bir iki söz var. Bu tür toplantılarda insanların kendiliklerinden tanışmaları düşük ihtimaldir. Katılımcıların etkileşime girmelerini sağlayacak bir takım etkinlikler düzenlemek kitlenin tanışmasını hızlandırır. Örneğin bu ortamda insanları belli ilgilerine, mesleklerine vb. göre masalar etrafında toplamak faydalı olabilirdi. Her katılımcıya, üzerinde isminin, mesleğinin, kurumunun vb. yazılı olduğu tanıtım kartlarının dağıtılması da yararlı olabilir. Bu durumda ilgi alanları benzer kişilerin köprüler kurmaları daha kolay olacaktır.

Bu noktada, bazı gençlerle sohbet ederek tapınaktan köye doğru inerken konuşmalarına şahit olduğum Lucas Thorpe’un hakkını teslim etmem lazım. Yanındaki gençleri, kendisinin Boğaziçili öğrencileriyle tanıştırmak için uğraşıyordu. Bir yandan da farklı okullardan felsefecilerle tanışmanın yararlarını anlatıyordu. Bu tavrıyla, iyi bir hoca olmanın ders anlatmaktan ibaret olmadığını kanıtlıyordu.

assos_felsefe_gunleri_3Assos Felsefe Günleri – 7 Temmuz 2015

Program 13.30’da başlıyor. (Aslında 12.00’de limandan servis varmış, ama benim bundan daha sonra haberim oldu.) İlk konuşma San Diego, Kaliforniya Üniversitesi’nden Monte Johnson’ın.  Monte, kırklı yaşlarında, anlattıklarından heyecan duyan, bu heyecanı size de aktarmayı başaran bir hoca. Onu dinlerken kendinizi bir sonraki cümlesinin ne olacağını merak etmekten alıkoyamıyorsunuz.

Konuşmasının bitiminde kendisine sorulan bütün sorulara, büyük bir özenle cevap verdi. Konuya olduğu kadar, öğretmenlik sanatına da hakim olduğu belliydi.

Konuşması kadar zengin ve açıklayıcı geçen soru cevap faslının ardından Örsan hoca yarım saat ara verildiğini söyledi. Dinleyiciler restorana ve tuvaletlere hücum ettiler. Tuvaletlerin kapasitesi kısıtlı olduğundan epey kişi orada bekledi. Restoran bu kadar kısa sürede masalara servis yapamayacağından bir sıra da mutfağın önünde oluştu. Şef garsona sipariş vermek için sırasını bekleyenler olduğu gibi, kaynak yapan birkaç kişi de çıktı.

assos felsefe günleri 2015

Monte Johnson

Fizyolojik ihtiyaçların giderilmesi faslı zaten yarım saatte anca bitmişti ki bir sonraki konuşmanın zamanı geldi çattı. Ancak birçok kişi henüz yeni konuşmanın havasına girememiş olmalı ki dinleyicilerin büyük çoğunluğu gelmemişti. Gelenlerde de genel bir gevşeklik vardı. Örsan Öymen bu ortamda konuşmacı Gisela Striker’ı tanıtmaya başladıysa da sohbetler devam ediyordu. Hoca duruma epey sinirlenmiş olacak ki sağına dönüp “Beyefendi susar mısınız?” diye birisine fırça attı. Ses tonu ve tavrı çok sertti. Karşıdaki kişi susup alttan almasa iş böyle bir ortamda hiç yaşanmaması gereken boyutlara varabilirdi.

Assos’un havası yumuşak olsa da yazın etkisi, yeme içme işlerini zor bela tamamlama gibi durumlar gözönüne alınınca belki ara daha uzun olmalıydı.

Görevli arkadaşların da yönlendirmesiyle dinleyiciler yeniden toplandı. Harvard’dan gelen felsefe profesörü Gisela Striker konuşmasına başladı. Önce mikrofon kullanmayı sevmediğini söyledi. Ama sesinin gelmediğinden şikayet edilince mikrofona biraz daha yakın konuşmaya başladı. Yine de sesi bazen gidip geliyordu.

Ağır giden akış uyku getirdi

Konuşma başladıktan beş on dakika sonra bana bir ağırlık çöktü. Hani Ege’deyim diye öğle yemeği niyetine bir tabak deniz börülcesinden başka bir şey yemiş olmasam yediklerim ağır geldi diyeceğim. Değil. Gözlerim gidiyor. Konuşmacının ne dediğini anlamıyorum bile. Bir ara ilgimi çeken bir şeyler söyledi. Orayı anladım. Ama sonra unuttum. Neyse göz kapaklarımla zorlu bir mücadele vererek de olsa konuşmanın sonunu buldum. Yine soru cevap faslı başladı.

İlginç bir durum ortaya çıktı. Hepsi de ABD’li olan dört kişi “Ben şöyle şöyle dediğinizi duydum. Doğru anlamış mıyım?” yollu sorular sordu. Konuşmacı her seferinde öyle demediğini belirtip soruyla ilgili açıklama getirdi.

Bir  olur, iki olur, hadi üç olur, ama dört tesadüf olamaz. Sanırım konuşmacının durağan üslubu, yemek sonrası rehaveti derken herkes de aynı gevşeme olmuştu. Bu bakımdan Gisela Striker hakkında pek de bir şey diyemeyeceğim.

Aradan sonra Sorbonne’dan Carlos Levy konuştu. Levy,  dünyadaki tek dilin Fransızca olduğuna iman etmiş bir  tipik bir Fransız. Yoksa bu kadar zeki bir insanın böyle bir İngilizce konuşması mümkün değil.

Bazı yerlerde Steve Martin’in Pembe Panter filmindeki hamburger kelimesini telaffuz etme macerasını hatırladım. Bu kadar ağır bir aksan, araya serpiştirilmiş Fransızca cümleler beni aştı. Ama Tevrat’la felsefe arasında kurduğu bağ gerçekten ilgi çekiciydi. Sorular kısmında bir dinleyici bu bağın, Yunan felsefesinde doğrudan bir Tevrat etkisinden kaynaklanmış olup olmadığını sordu. Levy, çok kesin bir dille bunun böyle olmadığı cevabını verdi. Bu kadar kesin konuşmasının herhalde bir nedeni vardır. Ama bence yine de bu konu gizemini korumaya devam ediyor.

Günün son konuşmacısı Temple Üniversitesi’nden David Wolfsdorf’tu. Kendi yaptığı çevirilerle, alıntılarla desteklenmiş konuşması adım adım gittiği için ilgiyle dinledim. Üstelik bu kez elimde konuşmacının dağıttığı notlar da vardı. Böylece konuşmayı çok daha kolay takip edebiliyordum. Ama anlaşılan Carl Levy ve Gisela Striker benimle aynı fikirde değillerdi. Levy, biz buna Fransızca’da “….” deriz dedi. Fransızca bilmesem de aradan yakaladığım “egzejere” kelimesinden yola çıkarak anladığıma göre, bir alıntısında çok fazla kısaltma yaparak işi abarttığını söyledi. David kendisinin konuşmayla ilgili olmayan kısımları, konuyu dağıtmamak adına çıkarttığını söyledi. Ancak Levy bu kez de bazı Yunanca kavramlara değinmediğini, bunun bir eksiklik olduğunu belirtti. David’in açıklamaya çalışırken gerildiğini, hatta paniklediğini hissetmemek mümkün değildi. Ardından Gisela Striker da eleştiriler getirdi. Konuşmanın başından beri masada duran bardaktaki kolayı içerek rahatlamaya çalışmasına bakılırsa delici bakışlarla, sinir bozucu bir durağanlıktaki ses tonuyla dile getirilen bu eleştiriler de David’de bir gerilim yarattı. Birkaç soru daha geldi ve böylece ilk gün tamamlanmış oldu.

Sunum metni eksikliği

İlk günle ilgili söylenecekleri şöyle bir toparlayalım. Bence en büyük sıkıntı, konuşmacıların hazırladıkları ve ciddi bir akademik kaynak mahiyetindeki sunum metinlerinin çoğaltılıp dağıtılmasında yaşandı. Bu tür organizasyonlarda sunumla ilgili metinler, sunum başlamadan önce sandalyelere bırakılır ve dinleyiciler bunların peşinden koşmaz. Oysa burada, metinler elden dağıtılıyordu ve sayıca yetersizdi. (Carlos Levy fotokopisini çektirdiği notları İstanbul’da unutmuş olduğundan onun metni hiç dağıtılmadı.)

Etkinlikte sunumların İngilizce olacağı ve çeviri yapılmayacağı internet sitesinde belirtilmişti. Bu nedenle gelen herkesin İngilizce bilmesi gerektiğini varsayıyoruz. Ama, “Hangi İngilizce?” demeden de geçemeyeceğim. Yazılı İngilizceye ya da İngilizce gündelik konuşma diline hakim olmanız, ileri düzeyde bir felsefe sunumunu dinleyip tam olarak anlayacağınız anlamına gelmiyor. Elinizde yazılı bir metin olması halinde, konuya girip anlatılanları yakalamanız çok daha kolay oluyor.

Bir de programın detaylarını içeren metin varmış. Birisini elinde gördüm, ama nerede dağıtıldığını bilmiyorum. İlk günkü tanışma toplantısında böyle bir metnin katılımcılara dağıtılması gerekiyordu.

Değinmeden geçemeyeceğim bir diğer noktada görevliler. Görevlilerin kim olduğunu ben ikinci gün tam olarak anladım. Etkinliğin iki gün sürdüğü dikkate alınırsa bu pek  de iyi bir performans sayılmaz. Etkinliklerde görevlilerin, en azından etkinlik sırasında kendilerini belli eden bir kart takmaları iletişimi kolaylaştırabilir. Ben tanıdığım tek kişi Örsan Hoca olduğu için servisleri ona sordum mesela.

Akşam yemeği limanda benim de ilk gün kaldığım oteldeydi. Bu yemeğe de katılmadığımdan görüş bildiremeyeceğim.

assos_felsefe_gunleri_2Assos Felsefe Günleri – 8 Temmuz 2015

İkinci, yani sonuncu gün bir talihsizliğe uğradım. Sabah güneşlenmeyi abartınca ilk iki konuşmaya gitmeye dermanım kalmadı. Neyse ki sonra kendimi toparlayıp yola çıktım da üçüncü konuşmanın ortasına yetiştim

Johns Hopkins Üniversitesi’nden Michael Williams şaka ardına şaka patlatıp dinleyicileri gülmekten kırıp geçiriyordu. Yalnız bu, sunumunun etkisiz olduğu biçiminde anlaşılmasın. Diğer sunumlar gibi Williams’ın sunumu da ciddi ve özenliydi. Soru cevap kısmına gelindiğinde yine kılı kırk yaran sorular geldi. Aslında sorular kısmı sunumun daha da derinleştirilmesinin bir yolu olarak kullanılıyordu diyebilirim.

Aranın ardından, kapanış sunumunu Örsan Öymen yaptı. Örsan Hoca’nın biraz yorgun olduğu belli oluyordu. Ancak gelen bazı soruların ve önerilerin gerçekten konuyla hiçbir alakası olmamasına rağmen sabırla dinleyip bir şeyler söyledi.

Böylece program sona erdi.

Servis sıkıntısı yaşandı

Saat yedi buçuğu geçiyordu. Akşam yemeği toplantının da yapıldığı oteldeydi. Ben bu yemeğe de katılmak istemediğimden limana gideceğim. Servise gidiyoruz. Şoför yok. Yirmi dakika kadar bekliyoruz. Aşağıdan gelen bir iki kişi görevlilerle görüşmüş. Servisin hemen kalkacağını söylediler. Saat sekize doğru şoför geldi. Kadırga Koyu’na indik. Benle birlikte iki kişi kaldı. Şoför aynadan bize bakıp “Burada iniyorsunuz.” dedi. Kadırga Koyu ile Liman’ın arası beş kilometre var. Bu hatta çalışan minibüsler de saatte bir kalkıyor. Yani bir saate yakın bekleme riskimiz var. Üstelik servisler zaten Liman, Kadırga ve konferansın yapıldığı otel arasında çalışıyor. Anlaşılan şoför fazla zahmet çekmek istemiyor. Üç kişi kaldığımızı görünce dişini geçirip geçiremeyeceğini anlamak için şansını denedi. Biz direnince söylene söylene yola devam etti. Limandan biraz yukarıda yolun genişlediği bir noktada durdu. “Buradan aşağı inemiyorum” dedi. Gerçi dün inmişti, ama “Hadi olsun” deyip yolun kalanını yürüdük.

22.30’da anfi tiyatroda Anne Mari Sommer’ın klasik müzik dinletisi var. Burada tanıştığımız Şehmus abi arabayla gidiyormuş, ben de onunla gidiyorum. Yolda üç kişiyi de arabaya alıyoruz. Tiyatroya geldiğimizde klasik şehir reflekslerimizle etrafın karanlık oluşunu yadırgıyoruz önce. Ama sonra yol boyunca sıralanmış fenerlerdeki mum ışığının ortama kattığı sıcaklığı görünce işin aslını anlıyoruz. Artık vücudumuzun doğal bir uzantısı haline gelmiş olan cep telefonlarının ışıkları doğallığı biraz bozsa da yıldızlı gök altında müzik dinlemek büyük keyif.

Konserin sonunda Örsan Öymen hoca kapanış konuşmasını yapıyor.

Assos Felsefe Günleri  – 9 Temmuz 2015

Bugün öğlen ikide Truva gezisi var. Organizasyondan sorumlu Şeyma Hanım’ı arayıp teyit ediyorum. Biraz gecikmeyle de olsa servis geliyor, ama aşağı inmiyor. Servisin manevra yapabileceği, daha yukarı bir noktadan biniyoruz.

Truva’da bir bocalama yaşıyoruz. Servisçi bizi hediyelik eşya satıcılarının kümelendiği bir noktada indirip bilet almamızı söylüyor. Ama hediyelik eşyacılar gişelerin dört yüz metre ileride olduğunu söylüyorlar. Tekrar araçlara binip devam ediyoruz. Gişelerden geçişte bir tereddüt yaşıyoruz. Daha önce de yazmıştım. Programın ne olduğu konusunda herhangi bir bilgimiz yok. Ben kendi kendime gezeceğimi sanırken bizim grubun rehberi olduğunu öğreniyorum.

Rehberin işi zordu

Rehber müthiş İngilizce konuşan ve işini seven bir insan. Tek şanssızlığı, gruptaki katılımcıların dünyanın sayılı üniversitelerinden gelmiş Eski Çağ felsefesi uzmanları olması. Genel seviyedeki katılımcılar için kullandığı oyunlar, bizim gruptakilere sökmüyor. Birçok kereler son derece teknik ve detaylı sorular geliyor. Neyse ki rehber işinin erbabı ve soruları cevaplayabiliyor.

Ama turun sonlarına doğru “Aeneas’ı tanıyor musunuz?” diye sorma hatasını yapınca gruptan gelen tepkiler ve gülüşme sesleri görmeye değerdi. Rehber hatasının farkına varıp daha “sıradan” gruplara bu soruyu sorduğunda çoğunlukla hayır cevabını aldığını ve özellikle genç gezginlere konuyla ilgili daha çok okumaları tavsiyesinde bulunduğunu söyledi.

Turun başlangıcıyla ilgili bilgi eksiğimiz vardı. Tur bittikten sonra da aynı dağınıklığı yaşadık. Bazı Amerikalı hocalar Truva’nın büyülü ortamından ayrılmak istemediler. Ancak rehber bizi biraz ilerideki bir dükkana götürmek istiyordu. Otobüslerin saat kaçta kalkacağı konusunda da bir belirsizlik vardı. Sonunda Şeyma Hanım geldi ve hep birlikte rehberin dediği dükkana gittik. Tabii burada rehberin bizi gelirken karşılaştığımız hediyelik eşyacılar yerine kendi anlaşmalı olduğu dükkana götürme gayreti hissediliyordu. Üstelik gittiğimiz dükkan çok pahalıydı.

Ben Çanakkale’ye geçeceğimden ana yolda inip Assos’ta felsefe macerama son verdim.

Şimdi buraya kadar yazdıklarımızı bir özetleyelim.

Assos’ta Felsefe üst düzey akademik bir etkinlik. Öyle deniz, şarap, klasik müzik filan diye aldanıp tatil havasında sunumlar filan olduğunu düşünmeyin. Konuşmacıların hepsi konularına ciddiyetle hazırlanmıştı. (Zaten doğal olan bu diye düşünebilirsiniz, ama epeyce felsefe etkinliği gezen bir kişi olarak bu heyacan ve gayretin mutlak kural olmadığı görüşündeyim.)

Eğer etkinliğin konusu felsefi ilgi alanlarınızla örtüşüyorsa sakın kaçırmayın. Bu dönemin başlığı olan ataraxia ve genel olarak Stoacılar benim pek de ilgilendiğim konular değildi, ama akademinin havasını solumak bile geldiğime değdi.

Bir konuşmalarından yola çıkarak yorumda bulunmak iddialı olabilir, ama bence konuşmacıların tamamı alanlarında yetkin akademisyenlerdi. Bu isimleri biraraya getirebilmek bile ciddi bir organizasyon becerisidir. Örsan Hoca nezdinde bağlantıları kuran, böyle hocalarla tanışmamızı  sağlayan herkese teşekkür etmek gerek.

Ufak tefek organizasyon hatalarına değinmiştim. Burada bir kez daha hatırlatayım. İlk gün Athena Tapınağı’nda katılımcılara üzerinde isimlerinin yazılı olduğu yaka kartları ve etkinlik programının ve konuşma metinlerinin yer aldığı bir dosya dağıtılması çok önemli. Servisçilerin ya da katılımcılara hizmet sunan başka kişilerin bu program doğrultusunda görev sınırlarının belirlenmesi de bir diğer önemli nokta. Böylece, bizi Kadırga Koyu’nda başında savmaya çalışan şoförle yaşadığımız gereksiz diyalog benzeri şeylerin önüne geçilir.

Truva ya da benzeri yerlere yapılan gezilerde, rehber eşliğindeki gezinin ardından, ortamda kendi başına zaman geçirmek isteyen katılımcılar için ek süre planlanması da yararlı olur.

Farklı üniversitelerden hocaların, farklı çevrelerin felsefe etkinliklerine katılan bir kişi olarak Türkiye’deki  felsefe ortamında bir cemaatleşme görüyorum. Aynı hocalar çoğu zaman aynı katılımcılarla, aynı öğrencilerle etkinlikler düzenliyor. Akademik ortamlarda hocaların iktidar çatışmalarına girip felsefeyi, bilimi ıskalamaları sık karşılaşılan bir durum. Bu bakımdan hocaların kendilerini rahat ifade edebilecekleri cemaatler kurup bu çerçevede faaliyetlerini yürütmeleri bence  olumlu sonuçlar doğurur.

Ancak katılımcılar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Her felsefe topluluğunun kendi bakış açısıyla felsefecilere, felsefeyle ilgilenenlere katacağı çok şey var. Felsefede söyleyecek sözü olsun isteyenlerin tek bir bakış açısına takılı kalmak yerine felsefe dünyamızdaki bu çeşitlilikten sonuna kadar yararlanması gerek. Bu anlamda Assos’ta felsefe, yaşanan ufak tefek aksaklıkların gölgeleyemeyeceği kadar önemli bir etkinlik. On beşinci yılına ulaşmış, gelenekselleşmeye başlamış bu etkinliğin gücünden bir şey kaybetmeden yoluna devam etmesi dileğiyle…

Yavuz Rençberler
Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.