Necati Göksel Kafam Bozuk romanı ile karşımızda

Sayım Çınar
Kitap dünyasının nabzını tutuyor. Yazar ajanı. Edebiyatımıza yeni yazarlar kazandırıyor. Aynı zamanda tam bir gezgin. Dünyayı gezmeyi, yeni kültürler tanımayı seviyor. Sinema, film festivallerinin vazgeçilmez isimlerinden. İletişim: sayimcinar@gmail.com

Kafam Bozuk romanı ile Necati Göksel okurlarla yeniden buluşuyor. Yazarla Sayım Çınar keyifli bir sohbet yaptı. Edebiyat, yazım süreci ve kitap hakkında ilgi çekici bir sohbet.

Necati Göksel Kafam Bozuk romanı ile okurlarla buluşuyor. Kafam Bozuk romanı Altın Kitaplar’dan çıktı. Necati Göksel ile edebiyata, yazım sürecine ve Kafam Bozuk’a dair söyleşi yaptık. 

   sayimcinar@gmail.com

 

Sayım Çınar- “Kafam Bozuk” dil zenginliği ve kurgusuyla dikkat çekiyor. Kendinizi Türk edebiyatında nereye oturtuyorsunuz?

Türk Edebiyatını bir şehir olarak düşünelim. Bense dur duraksız yirmi dört saat kesintisiz ring seferi yapan bir otobüsteki uykusu gelmeyen bir yolcuyum. Şoförler arada bir değişiyor ama benim yolculuğum devam ediyor. Şehre kendimi yabancı hissediyorum. Otobüsün nereye gittiği konusunda ise hiçbir fikrim yok.

Neden kötücül kadını yazıyor?

Sayım Çınar-Romanın içinde var olan kadınları yazarken kimleri düşündünüz? Sizin hayalleriniz hakikate dönüştü mü?

Ben kadınsız bir evde büyüdüm. Yani beş altı yaşına kadar annem ve halam vardı ama sonrasında babaannem büyüttü beni. O yüzden midir bilmiyorum, kadınlara karşı çok hassastım küçükken. Onlarla bir arada olmak ve konuşmak çok hoşuma giderdi. Bu yüzden her zaman erkeklere karşı kadınların yanındaydım. Onları melek gibi görürdüm. Sonra kadınlar tanıdıkça tıpkı romanımdaki Matilda gibi bulanık karakterlere can verebilir oldum. Eski naif halimle kadınları “meşum” karakterler halinde yazmakta zorlanırdım. Fakat hayatta tanıdığım kadınlar bana kötücül kadın yazmayı öğrettiler. Sorunun ikinci kısmının cevabını da verdim, sanıyorum.

Sayım Çınar-Kendimizi savunmak için mantığımızı da kullanırız ama hayaller insanlara gerçeklerden daha fazla yol gösteriyor, öyle değil mi?

Yol gösteriyorlar mı bilmem ama ben sanki hayata karşı koyabilmek için kendime hayali bir ev yaptım gibi geliyor. Gençlik yıllarımda bu evde otururdum. Orta yaşlarıma doğru evin sıvası dökülmeye, duvarları çatlamaya başladı. Sanıyorum 1999 depremiyle beraber evin temelleri de sarsıldı. Evden dışarı çıktım. Hayatın evin penceresinden göründüğü gibi olmadığını fark ettim. Şoka girdim. Çıkmaya çalışıyorum. Belki yazmak da gerçekle yüzleşmeyi kolaylaştırıyordur, bilmiyorum.

Yaşadığım olayları zihnimde sürekli tekrar ederim

Sayım Çınar-Kafam Bozuk, bizzat kahramanın ağzından anlatılan, felsefe, siyaset, toplum bilim gibi farklı alanlardan beslenen bir eser. Romanı nasıl bir ortamda yazdınız? Okuyanlar nasıl tepki veriyor?

Genelde şaşırdıklarını söylüyorlar. Kitaplarım türdeş olmadığı için bu şaşırmaları bir bakıma olağan ama bu kitap onları fazlasıyla şaşırtıyor. Hem tuhaf bir dünya var, yazarın fantezisinden doğmuş gibi görünen, hem de Türkiye’nin gerçekleri fantazyanın her tarafından fırlayıveriyor. Sersemliyorlar bir bakıma. Edindiğim izlenim bu.

Sayım Çınar- Romana giremeyen ya da aklınızı hâlâ kurcalayan bir hikâye var mı? Kitapta keşke şunu da yazsaydım dediğiniz şey oldu mu?

Kitabı yayınevine gönderdikten sonra bile eklemeler yapmaya devam ederim. Yani bir bakıma ben değişiklikler yapmayı sürdürürüm. Bu kitapta olmadı. Ben yaşadığım bazı olayları zihnimde sürekli tekrar ederim. Bu yüzden 8-9 yıl sonra sebebini anladığım olaylar olmuştur. Kendi kendime ilintisini o kadar yıl sonra kurduklarımdan bahsediyorum. Aynı durum anlattığım hikâyeler için de geçerli. Fakat bu kitabın yazımının bitmesiyle yayınlanması arasında yaklaşık bir yıl geçti. Noktasına, virgülüne bile dokunmadım.

Karakterleri kendi içimden yaşadıklarımdan çıkarıyorum

Sayım Çınar-Sizce kitabın kahramanı Ayaz’ın içinde katledilmiş bir duygu var mı? Roman karakterlerini yazarken kimleri düşünüyorsunuz?

Ayaz’ın içinde katledilen bir duygu var, evet. Masumiyet duygusu. Karakterlerin hepsini kendi içimden, yaşadıklarımdan ve gözlemlediklerimden çıkarıyorum.

Sayım Çınar-Kitapta bireysel özgürlüklere saygı duyan bir anlayış var. Hayata karşı uyumsuz olanlar bu kitabı çok sevecekler, değil mi?

Cinsel tercihleri farklı olan epeyce tip var kitapta. Kahraman, saygıdan ziyade olması gerekeni söylüyor. “Benim özgürlük alanıma müdahale edilmediği sürece, ben de başkalarının özgürlük alanına girmem,” diyor. Orası kamusal bir alan değil, kişisel bir alan. O alana ne devletin, ne de toplumun müdahale hakkı olmadığını düşünüyor. Aslında otoriteden pek hoşlanmayan bir kahraman var. Otoritenin sürekli bizim adımıza ahkâm kesmesinden aşırı rahatsız bir kahraman var.

Kitaba benzeyen ucubeler raflarda

Sayım Çınar-Kabul edersiniz ki Türkiye’de ciddi anlamda kitap yayınlanmaya başladı. Ama bu kitapların çoğunun raf ömrü oldukça kısa oluyor. Haliyle hem gözden düşüyorlar, hem de ulaşılabilirliklerini kaybederek yükselemiyorlar. Siz bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Andy Warhol’ün “Herkes bir gün onbeş dakikalığına ünlü olacak” dediği günleri yaşıyoruz. Her şey öylesine hızlandı ki, buna uygun iyi ya da berbat ürünler çıktı: kağıt mendil mesela işlevsel bir ürün. Öte yandan fast food  tarzı sağlıksız gıdalar ve instagram gibi mecralar var.

Eskiden sinemada, podyumda, sahnede ünlü olabilen insanlar, şimdi tek bir organlarıyla mesela iri kalçalarıyla, göğüsleriyle fenomen haline geliyorlar. Her şey bu denli hızlanmışken bazı insanlara uzun uzun, tatlı tatlı okunacak kitaplar yerine o kitapların usaresini çıkaracak söz dizinleri, aforizmalar cazip gelmeye başladı.

Hap gibi yutmak istedikleri kitapları edineyim derken, kendilerinden bile daha az zeki ama laf cambazı insanların kitap diye sunduğu süprüntülerin oltasına takıldılar. Takılmak istediler. Çünkü onlar bir kitabı özümsemek yerine üç beş güzel cümleyi ezberlemeyi tercih ettiler. Böylece rafları kitaba benzeyen tuhaf ucubeler kapladı. Elbette o acayip şeyleri yayınlayan ucube yayınevleri de türedi.

Bunlar, bazı kitap zincirlerine para vererek, bir tür rüşvet çarkı içinde kitapları “en çok satanlara” ya da rafların en üstüne yerleştirdiler. Bu bağlamdaki şeyleri kastederek söylüyorum: Ortada yazar yok, yayıncı yok, kitabevi yok. Ortalık toz duman.  Umalım da bir rüzgâr çıksın tüm o toz toprağı süpürsün. Altından gerçek eserlerin ışıltısı parlasın.

Poliseye için sinemadan beslendim

Sayım Çınar-Suç unsurunun bu kadar fazla olduğu bir ülkede polisiye okumamak, insanın gözüne perde çekmesi gibi bir şey sanırım. Polisiye roman denilince aklınıza kimler geliyor?

Ben birkaç Agatha Christie romanı, George Simenon romanı okudum. Raymond Chandler ya da Dashiell Hammet gibi Amerikan menşeli yazarlardan da okudum. Fakat benim asıl beslendiğim kaynak sinemadır. Benim yazma tarzımı Hitchcock filmleri ve sonraki tüm suç ve macera filmleri etkilemiştir. Mesela Kara Kadife romanımda zamanı parçalara ayırma fikri eğer Pulp Fiction filmini izlemeseydim olur muydu, emin değilim.

Ben klasik anlamda bir polisiye yazarı olarak görmüyorum kendimi. Özellikle son romanımda yakaladığım tarz hayata dair felsefesini macera, gerilim ve suç unsurları arasında bize aktaran bir adamın hikâyesidir. İşin içinde suç olunca, kurgu da iyi çatılınca sanıyorum bunun adı polisiye oluyor. Ben yazarken keyif aldığım bir anlatım tarzı yaratıyorum ve aslında film çekiyorum. Türe falan kafa yormuyorum. Ona rafa dizenler kafa yorsun.

Hayatın kendisi bu ülkede polisiye zaten, ister okusunlar, ister okumasınlar zaten ortasında yaşıyorlar. Bu ülkede yaşamak en heyecanlı romandan daha gerilimli olduğu için bizim halkımızı polisiye roman filan kesmez. Kendi yarattıkları gerilimle boğuşmak ve çırpınıp durmak sanıyorum daha korkunç.  Ve korku filmlerini seviyorlar.

Sayım Çınar-Son olarak “Kafam Bozuk” adlı romanınızın devamı olacak mı? Ne kadar kendimizi soyutlamaya çalışsak da ülkemizdeki gerginliklerden etkilenmemek mümkün değil. Türkiye’deki bu olan bitenler bir yazar olarak seni ne kadar etkiliyor?

 Bu kitabın devamını yazmak isterim. Çünkü bu kitabın tarzı bana geniş bir kendimi ifade etme imkânı sağlıyor. Okuyucuyu da sade bir maceranın ötesinde felsefi boyutlara sürüklüyor. Ülkenin manzarasının belgeselini yazıyoruz aynı zamanda. Beni çok etkiliyor ki, zamanın ruhu var kitapta. Çok açık ve net yaşadığımız yılların bir resmi var. Ben devamını yazmak istiyorum. Çünkü hala tüketecek bir nefesim var.

 

Kafam Bozuk romanının tanıtım metni

Işığın etrafındaki sinekler gibi huşu içinde dönüyorlardı. Ormanları yakıyor sonra banknot blokları dikiyorlardı. Parayı tavaf ediyor, kendilerinden geçiyor, sonra bana bulaşıyorlardı. Yabancı bir şehre indim; kimse beni tanımasın, bilmesin, biraz huzur bulayım diye. Fakat mıknatıs gibiydim. Parayı, kadını hatta belayı çekmekte üstüme yoktu.

Bilmiyorum, belki silahımı yaptıkları alaşımda özel bir çekim kuvveti ya da benim hamurumda yanlış bir şey vardı. Benim adım Ayaz. Kafam fena halde bozuk. Hiddetim şiddetimi besliyor, şiddetimse beni dünyaya karşı daha da sinirlendiriyor. Bu dandik hayatı benim ağzımdan dinlemek istersen kitabın kapağını aç, yoksa kitabı bırak ve bas git!

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.