Sermaye Hayatı Ele mi Geçiriyor?

Sermaye hayatı ele mi geçiriyor sorusuna Semih Gümüş, kitap değerlendirmesi yaparken derin yanıtlar arıyor. “Kent Hakkı” nedir? Gezi Parkı meselesi ile gündemimize gelen, Manisa Yırcalı’daki termik santral için kesilen zeytin ağaçları ile daha da hassaslaştığımız çevresel değerlerimiz artık “havadan sudan” en önemli sohbetlerimiz olmaya başladı. Radikal Kitap’ta edebiyat eleştirmeni Semih Gümüş’ün önerdiği bir kitabı sizinle paylaşmak istedim.

Semih Gümüş’ün “Mekan Meselesi” adlı kitabı önerirken yaptığı değerlendirmeye dair yazısı:

Sermayenin Hayatı Ele Geçirme Siyaseti

Kent hakkı, yaşayanların kent alanlarını kullanabilme ve kendi hayatlarını da böylece dönüştürebilme hakkıdır. Bu olmadan, hayatın ilerlemesinden söz edilemez artık.
İnsanın özgürleşme amacının niçin sonu gelmez bir mücadele olduğunu da sormak gerekir. Ekonomik, sınıfsal, siyasal çözümsüzlük, yaşadığımız gezegenin tükenmeyen sorunu. Onlarla baş etmek için büyük bir güçle uğraşmak gerekiyor. Öte yandan hayat değiştikçe bu mücadelenin biçimleri de değişiyor. O güne dek öne çıkmamış yeni alanlar için o alanların sahiplerinin harekete geçmesi ve bunun toplumsal bir reflekse dönüşmesi günümüzün önemli tartışmalarından biri durumunda. Mekân Meselesi’nde, bu tartışmaya katılmış bir grup nitelikli yazı derlenmiş.

Henri Lefebvre, David Harvey ya da mekân ve kent alanları üstüne önemli çalışmalar yapmış düşünürlerin ortak düşüncesi: Mekân ve kent mücadeleleri, Marksizmin bıraktığı boşluğu da dolduran, günümüzün en önemli mücadele alanları arasındadır. Bir tür gündelik hayat devrimidir bu. Yeni Marksistler için de en önemli mücadele, dolayısıyla düşünce alanlarından biri oldu gündelik hayat; mekân ve kentlerin ortak alanları için mücadele aynı zamanda düşünsel bir sorun olarak masaya kondu.

SEMİH GÜMÜŞ

SEMİH GÜMÜŞ

İtiraz etmeden olmaz
Soner Torlak, Lefebvre’in, gündelik hayat devriminin itiraz adını verdiği yeni bir başkaldırı biçimi tarafından hızlandırıldığı düşüncesini vurguluyor. İtiraz, özgürleşme mücadelesinin öteki adıdır elbette. Bugün gündelik hayatın kendisini de kapsıyor. Üstelik gündelik hayat dediğimiz zaman, siyasetin sınırları da kendiliğinden aşılıyor. İktidar, düzen değişikliği, bir toplum biçiminin temelinden sarsılması, bütün bunlar siyasal devrimi gerektirir. Dolayısıyla belirsiz bir geleceğe kalır. Peki kent halkının aslında bütününe ait alanlara sahip çıkması? Bunun siyasal niteliği ancak dolaylıdır ve günümüzde demokratik haklar içindeki yeri vazgeçilmez olmuştur.

Kent hakkı, o kentte yaşayanların kent alanlarını kullanabilme, dönüştürebilme ve kendi hayatlarını da böylece dönüştürebilme hakkıdır. Mekân Meselesi’nin başındaki yazısında, Torlak da bunu pek çok gönderme yaparak değerlendiriyor. Bu olmadan, hayatın ilerlemesinden söz edilemez artık. Yönetenlerin ve sermayenin bütün hayatı ölçüsüzce ele geçirme siyasetine karşı, önce ayakta kalma, sonra hayat alanlarını ilerletme mücadelesinin günümüzdeki başlıca alanlarından biridir kent. Üstelik kent, üretici güçlerin ürettiği bir ürün olarak da sahip çıkılacak alanlardandır. Çalışanlar olmazsa kentler de olmaz.

Seattle’den Wall Street’e, Gezi’ye, şehir aydınlarının ve yoksullarının kalkışmaları temel haklar ve hayat alanları içindi. Kaybedilmeye başlanan kent alanlarının savunulması ve gitgide köleleşme tehlikesine karşı kazanılmış haklara sahip çıkılması, yepyeni mücadele biçimleri ortaya çıkardı. Üstelik, her yerde gittikçe yükselen bir kitlesel katılıma yol açarak.

Ne ki, ortak alanların savunulması için gösterilen direnişin kazanımları neden sonra iktidarlar tarafından geri alınabiliyor. Demek bir de bu kazanımların nasıl korunabileceğine ilişkin, can alıcı bir sorun var. Her yerde çözümü en zor sorunlardan biri bu.

Antonio Negri de Mekân Meselesi’ndeki yazısında, bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasının şehirlerde bulunduğunu, üçte birinin de nüfusu bir milyondan fazla olan şehirlerde yaşadığını belirtiyor. Bu veri bile sol ve sosyalist hareketlerin siyasal tasarılarını belirleyebilir. Daha da önemlisi, kentlerin savunulmasını en önemli amaçları arasında görebileceğini gösterir. İşçi hareketinin ve sınıfsal mücadelesinin kent savunmasına bağlanabileceği de söylenemez mi.

Son onyılları gözümüzün önünden geçirirsek, toplumsal hareketlerin hep benzer nedenlerden çıkıp benzer biçimlerde geliştiği görünüyor. 1999’da Seattle’da ateşlenen fitilin Cenova’yı, pek çok kenti ve Wall Street’i katettikten sonra Gezi’yi tutuşturarak dolandırdığı zincire daha pek çok halkanın ekleneceği de belli. Öyle görünüyor ki en yakıcı hareketler küreselleşme karşıtı antikapitalist hareketler. Onlar da hiç kuşku yok ki kent hareketleri.

Üstelik bu zincir tek bir merkeze bağlı değil. Negri bunun özellikle üstünde duruyor. Tek bir merkeze bağlı olması ya da ondan çıkması olanaksız. Dolayısıyla hareketlerin kendi içlerinde bir yönetici merkezleri olmamasını da bu doğasına bağlayabiliriz.mekan_meselesi

Kent savunması temel bir sorun
Özellikle sosyalist hareketler, kendileri için de yeni olan bu soruna nasıl yaklaşacaklarını her zaman doğru düşünemeyebiliyor. Kendisi sınıfsal olmayan bir hareket ama çok yığınsal, doğrudan üretimi hedef almıyor ama çalışanların ürettiği alanlar için veriliyor, iktidar amacı yok ama iktidarın ele geçirdiği alanları sınırlıyor, merkezi biçimde yönetilmiyor ama çok demokratik. Bunu yönetmeye aday olmak da düpedüz anlamsız. Öyleyse, yepyeni bir durumla karşı karşıyayız.

David Harvey de, “Marksist gelenek de dahil pek çok düşünce biçiminde, yaşam mekânında olanların ikincil bir mesele olarak ele alınması bir talihsizliktir,” deyip şöyle tamamlıyor: “Sermaye, herkes bunu ikinci bir mesele olarak gördüğünde mutlu olur, çünkü böylece bu âlem sınıf mücadelesi dinamiğinin bir parçası olarak görülmez.”

Gezi’den bu yana bu konuda önemli bir yol aldığımız görülüyor ama bunun bütün bütüne çözülmesi gereken bir sorun olduğunu da söyleyebiliriz. David Harvey, Gezi direnişinin Mısır ve Kuzey Afrika’daki hareketlere benzer bir merkeze sahip olmadığını belirtiyor. Sonra ekliyor: Bununla birlikte, isyana katılanlar arasında işçi hareketleri, gençlik grupları ve hoşnutsuz şehir nüfusu vardı. Birbirinden farklı kesimlerin kendi sloganlarıyla direnişe katılması benzersizdi. Hoşnutsuzluktan kaynaklanan bir kent isyanıydı yaşanan. Ve bildiğimiz bir gerçeği David Harvey’in gözlemi olarak okumak da ilginç: “Türk hükümeti İstanbul’u sevmiyor.” Çünkü İstanbul, dünyadaki öteki büyük kent merkezleri gibi, muhalif hareketlerin merkezi.

Üstelik Gezi direnişi, sözgelimi Occupy Wall Street hareketine göre çok daha kitlesel ve çok daha kent hakları merkezliydi. Bu önemli. Hem kendisi hem de ona bakan öteki hareketler için. Bu özelliğini koruması gerektiği de söylenebilir mi? Gezi’den bugüne, isyanın parkı korumanın ötesine geçen, daha somut bir kazanımla taçlandırılması gerektiği de epeyce tartışıldı. Üstünde durmaya değer bir konu. Ne ki böyle bir taca gerek olmadığını da anlayabiliriz. Gezi direnişi, çok simgesel bir ortak alanının korunmasına dönüktü ve onun kazanılması da bir başına yeterlidir. İkincisi, kalıcı bir deneyim olarak da kaldı bugüne.

Son zamanlarda Gezi ruhunun sokaklarda pek görülmemesi de düşündürüyorsa eğer, sorun olmadığını söyleyebiliriz. Bu tür hareketlerin simgesel kazanımları da bazen önemlidir. Sonunda unutulmaz bir Gezi direnişi hayali var, rüzgârı da dinmiş değil. Bunu yeterli görebiliriz. Çünkü elle tutulmayan ama hissedilen bir hayaleti İstanbul’un üstünde dolaştırıyoruz.

Şehir her yerde sermayenin anayurdudur. Uluslararası sermayeye direnç göstermek için de şehrin kazanılması gerekir. Üstelik bu ülkenin maceracı bir akıntıya bırakıldığı şimdiki zamanlarda yeni bir patlamanın gene en büyük şehirlerde olacağı da şimdiden öngörülebilir.

Yavuz Rençberler
Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.