Söyle seni kalbim nasıl unutsun

Çağdaş Çetindemir
Gazeteci, sosyolog. Tarım40.net’in kurucusu. "Massal Çiriş" ve "Sefer Naci" adlı kitapların yazarı. Kültür sanata meraklı. Çok şanslı; dünya tatlısı bir eşi, oğlu ve kedisi var.

1999 yılı

17 Ağustos günü

Bandırma’da

Sağdıcım Altuğ’la birlikteydik.

     Gece gündüze döndü

Hava sıcak ve sıkıntılıydı.

Paşabayır’da ‘Çamlık’taki halı sahada

gece yarısı futbol oynadık.

Maç bitince de evlerine gittik.

İkimizdik.

Muhabbete daldık.

Bir arada olunca muhabbetin sonu gelmezdi.

Genelde ben uyuyunca laf yarım kalırdı.

Pek dayanamazdım uykuya…

O gece de öyle oldu.

Uyuyakalmışım ama o ayaktaydı.

Sonra

Saat 03:02

Telaşlı, aceleci, korkulu, koruyucu haliyle

omzumdan sarstı ve “Sağdıç kalk” dedi.

Uyku sersemliğim yoktur.

Kalktım ve hemen anladım; deprem oluyordu.

Hem de nasıl şiddetli…

Ayakta durmak imkansızdı.

Bina beşik gibiydi.

Avizeler tavana vuruyor,

dışarıdan müthiş bir uğultu geliyordu.

Parlayan bir ışık, geceyi gündüze çevirdi.

O anda

Beni ateş bastı,

kalbim yerinden çıkacak gibi attı.

Başım delicesine dönerken,

dizlerimin bağı çözüldü.

Bir an geçer gibi olunca,

birbirimize tutunarak,

zar zor evin kapısına vardık.

Vardık ama boşa…

Daha da şiddetlendi.

Sadece kapıyı açtık, dışarı çıkamadık.

Daha 2-3 metre ötede,

karşı dairedeki komşunun yüzünü seçemiyordum.

Apartmanın 3’üncü katından

nereye kaçacaktık ki..?

Kaçamadık.

Depremin merkez üssüne kilometrelerce uzakta,

bir türlü bitmeyen,

tam 45 saniye süren sallantıyı,

dualarla kapı eşiğinde geçirdik.

Öldük, öldük, dirildik.

Herkes sokaktaydı

Kendimize geldiğimizde sokaktaydık.

Herkes sokaktaydı.

Telefonlar düşmüyordu.

Elektrikler kesikti.

Ama hiç karanlık değildi.

Gökteki yıldızlar sanki yere inmişti.

O kadar çok ve parlaktılar ki…

Unutmak mümkün değil.

     Taş üstünde taş kalmadı

Ailelerimizle irtibat kurduktan sonra

çevredekilere kulak kabarttım.

Birinde pilli radyo vardı.

Fakat çoğu kanalda sinyal yoktu.

Nihayet bir radyocunun sesi duyuldu.

Kimdi bilemiyorum

“İstanbul’da taş üstünde taş kalmadı” diyordu.

Bu bir kıyamet…

Her yer zifiri karanlık…

Hayattaysanız ne olur yardım edin…

     Sabah olmadı

Herkes ağlıyordu.

Paşabayır’dan yürüyerek sahile indik.

Sahilde mahşeri bir kalabalık vardı.

Herkes çok korkuyordu.

Kimseye sabah olmadı.

Kimse de o trajik sabahın doğmasını istemedi.

Öyle bir şoktu ki

Kalbimize inen, o kadar büyük bir darbeydi ki

acısı günlerce, aylarca, yıllarca geçmedi.

Geçmiyor.

     Osmanlı’da doğal afetler

Bugün o geceyi yeniden hatırlatan,

“Osmanlı İmparatorluğu’nda Doğal Afetler” kitabının bende yarattığı histi.

Yaron Ayalon tarafından yazılan,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca basılan bu tarihi eserde

depremden yangına, vebadan kıtlığa

birçok doğal afet anlatılıyor.

Türlü acılarla yoğrulmuş insanı

felaketlerle yüzleştiren kitap,

birey, devlet ve cemaat reaksiyonlarını ele alıyor.

İnsanın felaketler karşısındaki

kaçma, saklanma ve tevekkül gibi

davranışlarına ışık tutuyor.

     Hazır mıyız?

Evet: O gece ruhuma dokunan bir ders aldım.

Doğa olaylarından kaçış yok.

Saklanacak bir yer yok.

Olağan karşılamak için de hazır olmak gerekiyor.

En sonu tevekkül.

Hazır mıyım?

O gece yitirdiğimiz nice insanı düşünüyorum.

Yalova Çiftlikköy’de eşi, kızı ve torunlarıyla birlikte hayatını kaybeden

bestekar Ziya Taşkent’i mesela…

Hazır mıydılar?

Tüm kayıplarımızın hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.

Ve her birini tek tek

bestekarın Hüzzam eseriyle anıyorum:

Rüzgar susmuş ses vermiyor nedendir

Sen gideli hayat benim çilemdir

Seven gönül yar kıymeti bilendir

Gökyüzünde duman duman bulutsun

Söyle seni kalbim nasıl unutsun

 

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.