Bal Ülkesi belgeseli neden izlenmeli

Yavuz Rençberler
724kultursanat.com ‘un kurucusu. Gazeteci, televizyon programcısı, iletişim danışmanı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV mezunu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödülü sahibi. Mesleğinin verdiği refleks ve pratiklikle kültür sanat alanında olanları değerlendirmeye paylaşmaya çalışıyor. İçinde insan olmayan kitaba, içinde kitap olmayan insana inanmıyor. İnsanın yazılmamış sayfalarının yazılanlardan daha çok olduğuna inanıyor. İletişim: yavuz@724kultursanat.com

Bal Ülkesi (Honeyland) belgeseli sinemadan sonra televizyon ekranından da seyirciyle buluşuyor. TRT 2 yayınladı önce. Bu akşam da TRT 1 ekranında. Kaçıranlar mutlaka izlesin. İyi ama Bal Ülkesi belgeselini neden izleyesiniz ki?

Bal Ülkesi belgeseli neden izlenmeli? Honeyland, bizde Bal Ülkesi adıyla sinemada gösterimdeydi. Son olarak TRT ekranlarında seyircinin karşısına çıktı. 

Ben de televizyondan seyredebilenlerdenim bu güzel belgeseli. Makedon yapımı film “Yabancı Dilde En İyi Film” ile “En İyi Belgesel Film” kategorilerinde geçtiğimiz yıl Oscar ödüllerine aday gösterilmişti. 

Belgeselde bir kadın var, Hatice. Onun için diyorlar ki ‘Avrupa’da yabani arı yetiştiriciliğiyle uğraşan son kadın’. 50 yaşında. Makedonya’da (Şimdiki adı Kuzey Makedonya) Dorfullu kasabasındaki tek oda köy evinde yatalak yaşlı anasıyla yaşıyor. Hiç evlenmemiş. Bütün hayatını anacığına bakmaya adamış. Onu elleriyle besliyor. 

Dağlarda tıpkı keçi gibi geziyor, en sarp ve çıkılmaz yerlere çıkıyor, elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Geçimini dağda bayırda vahşi arıların yaptığı balları toplayıp satmakla sağlıyor. 

Belgeselde bir de Hüseyin var… Hüseyin ve çok çocuklu ailesi. Onlar konar göçer türünden bir aile. İnek sürüsü var ailenin… Hatice’nin evinin yakınındaki bir yere karavanlarını kuruyorlar. Mevsimi orada geçirip sonra dönecekler. Hüseyin, çocuklarına bakabilmek için çabalıyor. O arada Hatice’yle tanışıyorlar ailecek. Hüseyin balın para ettiğini görünce kararını veriyor ve onlarca kovan satın alıp arıcılığa başlıyor. Balın alıcısı vardır. Tüccar 100 kilonun parasını peşin verir. 

Belgeselde Hatice ile Hüseyin’in arasındaki farkı ve rekabeti izliyoruz aslında. Hatice arıların peteğinin tamamına almıyor: “Yarı sana yarı bana” diyerek, onların da beslenmesi için bırakıyor. Kanaat ediyor olana. Daha çok daha çok diye dağ bayır gezmiyor. Olanla yetiniyor. Şehrin çarşısına ballarını satmaya gittiğinde oradan kendisi için aldığı bir tek saç boyası oluyor. Anacığına da muz… En lüks tüketimi bu. 

Hatice, Türk. Osmanlı döneminde Anadolu’dan Rumeli’ye yerleştirilen ailelerden. Akrabalarının çoğu Türkiye’ye dönmüşler… Şivesi, konuşması öz Türkçe. Tüm fukaralığına rağmen -ki fukaralığının farkında değil ya da umurunda değil- keyifli, mutlu bir kadın. 

Belgesel yaklaşık iki yılda çekilmiş. İzlerken bir döküman film değil de adeta bir kurgu dramanın içine giriyor gibisiniz zaman zaman. Çünkü Hatice ile Hüseyin’in ‘çatışmasını’ izliyorsunuz. Herşey o kadar doğal akıyor ki… O köydeki hayatı en gerçekçi haliyle izlerken aklınıza onlarca soru geliyor. 

Bal Ülkesi belgeselinin iki yönetmeni var: Tamara Kotevska, Ljubo Stefanov. 

Çok kıt olanaklarla çekmişler. Basit fotoğraf makinası kameralarla… Ancak tecrübeli iki isim öyle güzel bir konuyu iki yıl boyunca sabırla takip etmişler ki… İki yıl boyunca orada yaşamak. Bunu düşünmek bile Tamara Kotevska ve Ljubo Stefanov’a hayran olmak için yeterli. 

Belgeselde beni en çok sarsan ise içinde arı kovanının olduğu irice bir ağacın Hüseyin ve bal tüccarı tarafından kesilmesiydi. 200 kilo balın parasını Hüseyin peşin almıştı. Ancak kendi suni kovanlarında yeterince bal üretememişti. 200 kiloyu tamamlaması için Hatice’nin doğal olarak topladığı ballara gözünü diker. Bu ağaç da onlardan biridir… 

Bal Ülkesi bu nedenle güzel. Sadece belgesel değil, bir kurgu drama izliyorsunuz adeta. İnsanlığınızı sorguluyorsunuz. Kapitalizmi… tüketim toplumunu… hırsı… yetinmemeyi… bencilliği… sorguluyorsunuz. 

Bal Ülkesi sadece bir belgesel değil. Bir insanlık dramının öyküsü. Hani diyoruz ya ‘arılar yok olunca dünyanın da sonu gelecek’. Hatice de tıpkı bir ‘ana kraliçe arı’ gibi filmde. O ölünce dünya duracak hissine kapılıyorsunuz bir an. Haticelerin yüzü suyu hürmetine dönüyor dünya diyorsunuz belgeseli bitirirken… 

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Mehmet Ali Acar dedi ki:

    Merhaba ben en çok agaçlari yakan Hüseyine karşı duruşunu beğendim.