Roma’yı Şampiyon’u Müslüm’ü neden sevdik

Jale Şen
Bir yanda beyaz perde öbür yanda siyah ekran. Gelsin filmler, gitsin diziler. Onun için hayat kameranın önünde yaşanır. Hayatın sahnesi kameranın önünde kurulur. O yaşananları da keyfince yazar, eleştirir, beğenir, beğenmez… İletişim: jaleshen@gmail.com
21.12.2018
A+
A-

Sinemada Roma, Şampiyon, Müslüm filmlerini neden sevdik? Bizi Hatırla ve Bohamian Rhapsody neden bizi etkiledi? Sinemaya aslında kendi gerçekliğimizden kaçmak için mi gidiyoruz?

Roma…

Alfonso Cuaron’un son filmi. Sıcacık evimde, ayaklarımı pufa uzatıp elimde mis gibi çayımla öylece izledim Cuaron’un çocukluğunu siyah-beyaz…

Sessiz, sakin ama aslında çok sesli ve iç burkan bir film Roma.

Eve her geldiğinde şölen havasında karşılanan bir baba, kocası kendisini fark etsin diye sessiz çığlık atan bir kadın, masada hep birlikte yenen yemekler,  eve gelen konuklar, kalabalıklar, varmış gibi yapılan ama aslında olmayan, olamayan duygular…

Mutfakta çalışan iki Meksikalı kadın, daha naif ve daha samimi geliyor ve insanın ilgisi o yana kayıyor elbette.

O tarafta da gerçekle yüz yüze kalınca ortadan kaybolan bir sevgili, karnındaki bebeğiyle ortada kalan genç kadın, acılar, yokluklar ve yoksunluklar…Hayatlar farklı ama içeride yaşananlar aslında aynı.

Hep bir yokluk hissi, hep bir eksilme hali.

Siyah-beyaz filmde bazı sahnelerde tek bir nesne üzerinde renge geçmeye çalışan minik dokunuşlar da demek istedi ki ‘’hayat işte, oldurmaya çalışsan da bazen nafile.’’

Şampiyon…

Bazen de sen zorlamasan da olur işte bazı şeyler… Seversin…Öylece, hiç bir şey beklemeden, içinden aka aka tüm duygular koşarsın ne olduğunu bilemeden, sel olur akarsın seni sevene, sen de seversin.

O da koştu yıllarca; Bold Pilot, bir yarış atı.

Türk At Yarışçılığının efsane ismi, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık koşularını çok kez kazanmış,  Gazi Koşusu’nda en iyi dereceyi yapmış  Bold Pilot.

Yarış pistinde koşarken tüm Türkiye’nin, hatta at yarışlarıyla hiç alakası olmayanların bile nefeslerini tutup izlediği, halkın içinden, halktan olmuş, öyle kabul görmüş, çokça sevilmiş…

Bir ‘yarış atına’ film çekilir mi? Çekildi ve bizler de salya sümük ağlayarak izledik!

Sinemadaki koltuğumda oturmuş, bu kadar duygulanacağımı, bir atın, sahibinin ve jokeyinin hikayesinden bu denli etkileneceğimi hiç bilmeden izledim.

İzledikçe filmdeki her karakteri sevdim.

Bold Pilot’ı da, O’na olan halkın sevgisini de, her konuştuğunda ağzından ders veren cümleler döken Özdemir Atman’ı da, Halis Karataş’ın azmini de Begüm’üne olan aşkını da…

Hepsini sevdim.

İnsanı ayakta tutan şeyin ‘incelikler’ ve ‘özen’ olduğunu bir kez daha hatırladım.

Bold Pilot her koştuğunda ben de altılı ganyan oynamışçasına heyecanlandım, her kazandığında ben de filmdekilerle coştum.

İzlediğim her şeyi içime sindire sindire aldım, içimde bir yere koydum ve salondan öyle çıktım.

Esas vurucu noktanın filmin sonunda saklandığını bilmeden ‘evet ağladım tamam artık nolur’ derken Halis Karataş’ın vefat eden eşi Begüm Hanım için söylediği bir cümle ve ağzından o cümle çıkarkenki hali beni aldı, salonun başka bir yerine fırlattı sanki.

Öyle içten, öyle samimi ve öyle bize ait bir filmdi ki…

Roma, Şampiyon, Müslüm filmlerini neden sevdik?

Sinemaya kaçmak

Roma, Şampiyon ve Müslüm…Bizi Hatırla ve Bohamian Rhapsody…

Gerçeklik…İçtenlik ve samimiyet…Direkt… hepimiz ve her şey o kadar yozlaştı ve o kadar kirlendi ki artık bunları istiyoruz.

İnsan gibi insan olmak, naif, sakin ve hatta artık sessiz kalmak istiyoruz.

Bize bunu yine biz yaptık, şimdi de tüm bu bencillikten ve yoksunluktan sıyrılmaya çalışıyoruz.

Sade olan ne çıkarsa karşımıza ona kaçıyoruz artık.

Roma’yı da, Şampiyon’u da, Müslüm’ü de sevmemizin esas sebebi bu.

Gerçeği arıyoruz, yeniden içimizden, bizden olanın peşine düşüp rahatlamak istiyoruz.

Bir nebze nefes almak, köşe başında bir durup nefeslenmek hepimize iyi gelecek biliyoruz.

Sahte, naylon, çalakalem ne varsa önce içimize aldık, koca koca lokmalar halinde yuttuk, sindiremedik ve şimdi de bunların hepsini kusmak istiyoruz.

Köşeye sıkıştık. Kendimize benzemeyeni dışladık, şimdi o dışladıklarımıza dönüşmeye çabalıyoruz.

Özlüyoruz sabun kokan çarşafları, Pazar sabahlarının o saçma sapan karanlığını, sobanın üstüne asılan çamaşırdan damlayan su damlacıklarını…

İşte bu yüzden Müslüm Baba’nın tek bir şarkısını bile dinlememiş olanların dahi sinema salonlarına doluşması…

Bu yüzden Bold Pilot’u ilk kez beyaz perdede izleyenlerin ‘bizden biriymiş’ gibi hissetmesi, bununla hislenmesi…

Roma’yı sevmemizin sebebi, ‘yaşıyor ya da yapıyor gibi’ olmanın aslında bizi bizden nasıl da uzaklaştıran bir şey olduğunu görüp utanmamız ve uyanmamız gerektiğini hatırladığımız için…

Bohamian Rhapsody ile saf çocukluğumuza, Bizi Hatırla’yla yozlaşmamıza tanıklık ettiğimiz için…

Başa dönmek aslında istediğimiz…

Gerçek insanların hayat hikayelerine kaçıyoruz.

Kaçışımızı planlıyoruz, sonra gidip biletimizi alıp en azami 2 saat, oturduğumuz yerden ‘geride kalmış gerçekliğimizi’ seyredip içleniyor ve aşklarımızı, çocukluğumuzu, sevinçleri ve hüzünleri o salonda bırakıp çıkıyoruz.

Sonra da sorular sorular…Cevapsa  çok basit.

Çok geç olmadan kendimizi bulmamız dileğimle…

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.